“Hayatta kalma güdüsü” hepimizin en temel güdüsü olup diğer tüm sahip olduklarımız ve olacaklarımız “yaşıyor” olmamızla ilintilidir. Belki de bilinen en eski hikâyelerden çoğu bu nedenle “ölümsüzlük iksirinin aranması” üzerine kurguludur. Her ne kadar yirmi birinci yüzyılda kimse ütopik yaklaşımla “iksir” peşine düşmese de “yaşama isteği”nden hiç vazgeçilmemiştir. Günümüzde yaşam hakkı en temel hak olarak Anayasa metinlerinin içine de girmiştir.

Son çeyrek yüzyılda tıp bilimi teknolojinin desteğiyle baş döndürücü bir gelişme göstermiştir. Tanıdan tedaviye, basit ameliyelerden robotik ameliyatlara kadar teknoloji, tıbbin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Genom çalışmaları, DNA analizleri, mutasyona uğrayarak hastalık yapan genlerin tespiti gibi insanın sağlıklı ve uzun yaşamasına hizmet edecek gelişmeler şüphesiz sevindirici ve umut verici gelişmelerdir. Bununla birlikte, eldeki imkânlarla henüz hücresel aşamadayken tanı konulan, ama mevcut teknolojik olanaklara rağmen tedavisi olmayan vakalarda hem hasta hem de tıp bilimi çaresiz kalabilmektedir. Böyle bir durumda hasta ve/veya hasta yakınlarının “bir şans yakalayabilme” adına arayışları da bilinen bir gerçektir. Bu arayış sadece ülkemizin bir gerçeği gibi algılanmamalıdır. Amerika’da yapılan araştırmalara bakıldığında tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) adı verilen uygulamaların kullanıldığı sayısız örnekler kolaylıkla tespit edilebilir. Bu alanda yapılan yayınların pek çoğu Türkçeye de çevrilmiştir, bir kaçına kaynakçada yer verilmiştir. Ülkemizde de yapılan araştırmalarda yaygın kullanımı gözlemlenen alternatif tıpla ilgili bir yandan terminoloji sorunu yaşanırken diğer yandan yasal boşluk sorun yaratmaktadır.

Alternatif ve tamamlayıcı tıbbın sorumluluk alanları

TAT alt başlıklarının ve kapsamının geniş olması, bilgi ve birikim sahibi insan kaynağının azlığı, başlangıçta sorun yaratabilir. Ne var ki TAT alanında uygulama yapacak olanların bir eğitimden geçirilmesi de zorunludur. Halen bu eğitim “eğitici sertifikası almış” kişiler tarafından verilmekteyse de, ne bu sertifikalarla ilgili ne de sertifikayı verenlerin nitelikleriyle ilgili bir kontrol söz konusudur. Bu kontrolsüzlük, uygulamaların karşılaştırılabilirliğini ve objektif olarak gözlenebilirliğini de önlemekte, alanda işin içinden çıkılmaz etik sorunlara yol açmaktadır.

Yurt dışındaki uygulamalara bakıldığında uygulayıcıların (ki bunlar Almancada heilpraktiker, İngilizcede healer: şifacı olarak adlandırılmaktadır.) “kayıt altına alındığı” görülmektedir. Bu uygulayıcıların bir kısmı bağımsız olarak ofislerinde çalışmakta, bir kısmı ise hekimle işbirliği yaparak çalışmaktadır. Bazı hekimlerin ise TAT metotlarından bir veya bir kaçını öğrenerek tıp bilgilerinin yanında kullanabildikleri bilinmektedir. Örneğin Amerika’da onkologlar, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanları, anestezi ve reanimasyon uzmanları hatta çoklukla hemşireler ve yardımcı sağlık personellerinin bu alanla ilgili eğitim almaları ve uygulamalar yapmaları son derece doğal karşılanmaya başlanmıştır.

Sorun sınırların nerede çizileceği ve sorumluluk alanlarının ne şekilde belirleneceğidir. Alınan eğitimden sonra TAT uygulayıcılarının büyük kısmının bir hekim nezaretinde çalışmalarının daha doğru olacağı kanaatindeyim. Bu ilişki, yapılan çalışmaların gözlenmesi ve araştırma sonuçlarına yansıması bakımından da önemli veriler sağlar. Bilimsel araştırma yöntemlerinde olduğu gibi çapraz çalışmalar yapılmak suretiyle objektif verilere ulaşılabilir.

KHK ve yapılacak diğer yasal düzenlemelerle eğitim planı yapılmalıdır. Bu eğitim iki yönlü olmalıdır. Tıp fakültelerinde TAT metotlerından bir ve/veya bir kaçı seçimlik ders olarak müfredata yerleştirilmek suretiyle hekim adaylarının konuyla ilgili bilgilenmesi sağlanmalıdır. Diğer taraftan hekim olmayanlar için TAT programları açılmalıdır. Örneğin “Akademie für Ganzheitsmedizin” Heidelberg’de sonunda bilginin düzeyini de sınandığı (yapılan resmi sınavdır) kurslarla eğitim vermektedir. Ancak tek örnek değildir. Bu kurslarda verilen eğitim modüllere ayrılarak yoğunluğuna göre 6 ayla 30 ay arasında sürmektedir. Almanya’da yapılan yasal düzenleme çerçevesinde, alana göre en az dört yüz saat ile 4 bin saat arasında değişen eğitimler alma zorunluluğu söz konusudur.

TAT alanında “insana bütüncül bakış açısına sahip” ve sorumluluğunun bilincinde olan kalifiye eleman yetiştirmek amacıyla özel müfredata sahip fakülteler açılabilir. Bu fakültelerin ilk iki yılında temel tıp ve felsefe, psikoloji eğitimi verilir, diğer iki yılda ise TAT eğitimlerine ağırlık verilir. Bir başka seçenek felsefe, psikoloji, FTR gibi belirli fakülte mezunlarından öğrenci alınmak suretiyle bir eğitim politikası geliştirilebilir ki bu ikinci yol zihinsel olgunluk açısından da elverişli olacaktır.

Sertifikalı kurslar benimsenecekse şu husus önerilebilir: TAT’nin bir kısmını hatta önemli bir kısmını tıp bilimi oluşturur. Bu nedenle yurt dışındaki örneklerde açılan kurslarda temel tıp bilgisi, bilhassa anotomi dersi de verilmektedir. Doğal olarak bu eğitimi alacak kişilere bir alt yaş sınırı da getirilmelidir. Bu yöntemlerin felsefesinden ayrı düşünülmesi sözkonusu olamayacağından belli bir zihni olgunluk yaşına  (kanaatimce 25 den aşağı olmamalı) dikkat edilmelidir. Zira bir kimsenin yaptığının önemini kavrayacak olgunluğa gelmemiş olması yozlaşmaya ve etik sorunlara da yol açacaktır; aksi takdirde sisteme çeki düzen verilmeye çalışılırken istenmeden de olsa ticarileşmesine ve sadece “şekil”den ibaret kalmasına sebep olunacaktır.

Metotların tıp dışında kalan kısmı için gerek eğitim gerek sertifikasyon anlamında sıkı, özenle hazırlanmış koşullar getirilmelidir. TAT uygulamalarında iki husus birbirinden ayrı değerlendirilmelidir. Bu konu aynı zamanda sorumluluk alanıyla da ilgilidir. Şöyle ki, her hangi bir sağlıklı kişi yoga yapmak istiyorsa, meditasyon öğrenmek, reiki öğrenmek istiyorsa durum farklıdır. Ancak hasta olan bir kişi kendisine reiki yapılmasını istiyorsa, bitki tıbbından yararlanmak, tedaviyi bitkiyle desteklemek istiyorsa durum farklıdır. Bu nedenle genelleme yapmak yerine bir takım ölçütler getirmek; bazı durumlarda mutlaka hekimin tanı koymuş olmasını aramak zorunlu tutulmalıdır.

Tamamlayıcı tıp, teşhiste kullanılmamalıdır. Doğu tıbbında kullanılan “nabız ölçme” veya benzeri yöntemlerle suretiyle hastalığın teşhisi teknik olarak mümkündür. Ancak günümüzde tıbbın tanılamada geldiği nokta son derece olağanüstüdür. Bu nedenle uygulama yapmaya başlamadan hastaya tıp tarafından bir tanının konmuş olması aranmalıdır.

TAT uygulayıcılarına kayıt tutma zorunluluğu getirilmelidir. Reklam yasağının kapsamı net olarak belirlenmeli hatta hekimlerin reklam yasağından çok daha sıkı koşullara bağlanmalıdır. TAT uygulayıcıları ilaç vb. maddeleri tavsiye ve telkin edememelidir. Burada bitki tedavisi uygulayıcılarına sınırlı kapsamda istisna getirilebilir; örneğin uygulamacı, kullanılacak bitkinin aynı olumlu etkiyi gösteren ve ticari bir isim altında üretimine veya ithaline izin verilmiş versiyonlarını önerebilmelidir. Esasen bir başka önemli konu, ortaya çıkacak zararların tespitinde yaşanabilecektir. Böyle bir durumda ispat, uygulayıcının hukuki ve cezai sorumluluğunun olup olmayacağı veya ne şekilde olması gerektiği bu yazının kapsamını aşmaktadır.

663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname, tamamlayıcı tıbbın yasal dayanağı ve öneriler

TAT alanına ve kullandıkları yöntemlere getirilen en önemli eleştiri “karşılaştırılabilir olmadıkları” yönündedir. Ancak bu ön yargı, karşılaştırma çalışmalarının da önüne geçmektedir. Yapılabilecek en basit şey, kontrol edilebilir gruplar üzerinde araştırmayı bilimin sınırları içine çekmektir; zira bütün dünyada bu çalışmalar başlamıştır. Ortaya çıkansonuçlarbelkibiliminkendisinideşaşırtacaktır. Bilim tümüyle reddediş üzerine oturmamalıdır.Bilimadamı araştırmaya, karşılaştırmaya ve tabii eleştiri yapmaya da açık olmalıdır.

Kavramların tam olarak tanımlanmaması, yukarıda ifade edildiği gibi, TAT alanında çalışma yapan kişilerin sınırlarının ve sorumluluk alanlarının yasal olarak belirlenmemiş olması, toplumun bilinçsizliği gibi etmenler işin zor kısmını oluşturmaktadır. Bir yandan bilimsel çalışmaların azlığı, diğer yandan subjektif duruşların sergilenmesi konunun objektif olarak değerlendirilmesini de engellemektedir. Sistemdeki başıboşluk, hastalara fayda sağlayacağına zarar da verebilmektedir. Uygulayıcıların etik ilkelerden uzak tutumları da ayrı bir sorun kaynağıdır.

Mevzuatımızda bugüne kadar TAT ile ilgili herhangi bir yasal düzenleme mevcut değildi ve çok büyük eksiklik olarak karşımıza çıkıyordu. İlk kez Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında (663 sayılı) Kanun Hükmünde Kararnamede konuya değinilmiştir. Burada 663 s. KHK sadece TAT bakımından değerlendirilecektir. Kararname yasal boşluğu gidermeye, mevcut ihtiyaca cevap vermeye yönelik ilk adım niteliğindedir.

663 s. KHK. md.8/ğ bendine göre “geleneksel, alternatif ve tamamlayıcı tıp uygulamaları ile ilgili düzenleme yapmak ve sağlık beyanı ile yapılacak her türlü uygulamalara izin vermek ve denetlemek, düzenleme ve izinlere aykırı faaliyetleri ve tanıtımları durdurmak” yetkisi Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün görev alanında tanımlanmıştır. Gerçi tamamlayıcı ve alternatif tıp konusu yukarıdaki bentte açıkça düzenlenmemiş olsaydı bile 8. maddenin h bendinin-geniş- yorumlanmasıyla da TAT kapsamında çalışmalar başlatılabilirdi. Zira h bendine göre ilaç, tıbbi cihaz ve ürünler dışında kalan alanlarda (bunlar Klinik Araştırmalar Hakkında Yönetmelik kapsamındadır) klinik araştırmalarla ilgili düzenlemeleri yapmak, izin vermek ve denetlemek de Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün görevleri arasında sayılmıştır. Kaldı ki KHK hükümlerine göre halk sağlığının korunması, sağlığın teşviki ve geliştirilmesinde, hastalık risklerinin azaltılması ve önlenmesinde, sertifikalı eğitimlerin açılmasında Sağlık Bakanlığı yetkilidir. TAT bakımından ilgili genel müdürlüklerin veya kurumların işbirliği içinde çalışmalarıyla temel prensipler belirlenebilir. Örneğin KHK md. 27’ye göre kurulması planlanmış Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu “geleneksel bitkisel tıbbi ürünler, homeopatik tıbbi ürünler” hakkında düzenleme yapmak, izin vermek ve denetlemekle görevlidir. TAT ile ilgili her konu olmasa da bitkisel tedavilerle ilgili adı geçen kurumun Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’yle iş birliği yapması bir zorunluluk olarak gözükmektedir.

İkinci adım, konuyla ilgili ayrı bir yönetmeliğin çıkartılması olmalıdır. Ancak öncelikle bir planlama yapılmalı ve standartlar oluşturulması için Batı ve Doğu uygulamaları, bu alanda verilen eğitimlerden örnekler, eğitim sonu yapılacak sınavlarla ilgili yöntemler araştırılmak üzere komisyonlar oluşturulmalıdır. Bu komisyonlar oluşturulurken üyeler bağlamında genelleme yapmak doğru olmayacaktır. Örneğin bitki tedavisi alanında çalışma yapmış ve yetkin olan birisinin reiki veya akupunktur alanlarında da söz sahibi olacağını söyleyebilmek her zaman mümkün değildir. Genel prensipler yönetmelikle belirlendikten sonra her bir TAT başlığı için ayrı yasal metinler (yönerge, genelge gibi) hazırlanmak suretiyle boşluklar doldurulabilir.

Sonuç ve değerlendirme

Artık sağlık, daha geniş şekilde bedensel ruhsal ve sosyal iyilik hali olarak tanımlandığına göre tedavi araçlarımızı da gözden geçirmeliyiz. Bu bağlamda 663 sayılı KHK sadece tamamlayıcı ve alternatif tıpla ilgili değil ilaç, tıbbi cihaz ve ürünler dışında kalan diğer klinik araştırmalara da kapı aralamıştır. Sınırlar, sorumluluklar ve etik bağlamda birçok sorunun yaşandığı TAT uygulamaları açısından gerekli diğer yasal düzenlemelerin de tam ve doğru şekilde yapılması kaydıyla bu gelişme bir fırsat olarak değerlendirilebilir.

Kaynaklar

Amen D, Beyninizi Değiştirin Hayatınız Değişsin, İstanbul 2007

Balch J. F, 10 Doğal Tedavi Yöntemi, İstanbul 2000

Dağıstanlı Ş, Biyoenerji ve Alternatif Tıp, İstanbul 1998

Dokken D, Sydnor-Greenberg N, Exploring complementary and alternative medicine in pediatrics: parents and professionals working together for new understanding. Pediatr Nurs 2000/ 26

Eisenberg M. D, Davis R. B, Ettner S, et al. Trends in alternative medicine use in the United States 1990-1997. JAMA 1998/ 280: s. 1569-1575.

Ernst E. Prevalence of use of complementary/alternative medicine: a systematic rewiew. Bull Word Health Organ 2000/78

Fontaine J, Enerji Beden Hekimliği, İstanbul 1995

Günther E, Woeller M, Günther H. H, Reiki ile Sağlıklı Yaşam, İzmir 2002

Gürün M. S, ANKEM Derg. 2004; 18(2)

Gürün M. S, Enfeksiyon Hastalıklarında Kullanılan Alternatif Tıp Yöntemleri, J Pediatr Inf 2011/ 5 (Suppl 1)

Maranki E, Maranki A, Profilaktik Masajla Mucizevi Tedaviler, İstanbul 2008

Maranki E, Maranki A, Kozmik Bilim Işığında Şifalı Bitkiler, İstanbul 2008

Mehmetoğlu İ, Biyoenerji ve Uyuyan Dünyanın Evrensel Gizemi, İstanbul 2003

Müezzinoğlu A. E, Tıbbi Hipnoz Eğitimi, İstanbul 2011

Müler B, Günther H. H, Reiki Uygulamalı Şifacılık Teknikleri, İzmir 2002

Saraç E, Ayurveda, Sağlıklı ve Uzun Yaşamın Sırları, İstanbul 2005

Saraçoğlu İ. A, Bitkilerle Sağlık Rehberi, İstanbul 2006

Somer P, Alternatif Tıp ve Etk, Prof. Dr. Mehmet Akad’a Armağan, İstanbul 2012

Soutar G, Eller ve Ayayklar için Refleksoloji, Ankara 2008

Tez Z., Tıbbın Gizemli Tarihi, Semboller, Büyüler ve Ritüeller Eşliğinde “Şifa”, İstanbul 2010.

Tokem Y, Astımlı Hastalarda Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi Kullanımı, Tüberküloz ve Toraks Dergisi, 2006; 54(2)

Treben M, Tanrının Eczanesinden Sağlık, İstanbul 1994

Vennels D. F, Refleksoloji, Ayak Masajıyla Gelen Sağlık, İzmir 2002

Whitmont E. C, İyileşmenin Simyası, İyileşmenin ve İyileştirmenin Gizemine Ait Derinlikli Bir Bakış, İzmir 2005

Mart-Nisan-Mayıs 2011-2012 tarihli Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, 22. sayı, s: 48-49’dan alıntılanmıştır.