Yapılan bilimsel yayın sayısı ile bu yayınların aldığı atıf sayıları üniversiteleri ve akademisyenleri değerlendirme amacıyla sıklıkla başvurulan göstergelerdir. Bir bilim insanının yaptığı bir çalışmanın sonuçlarını içeren yazısı saygın bir dergide yayınlanmış ve bu yazıyı okuyanların ilgisini çekerek yeni yazılara kaynaklık etmiş ise bunu bilimselliğin önemli bir göstergesi kabul etmek çok normaldir.

Yeni yazılara kaynaklık etme, iddialara gerekçe oluşturma mantığına dayanan atıf alma konusu bilim insanları gibi dergilerin de önemsediği bir konudur. Yani bir dergide yer alan yazılar ne kadar çok kişi tarafından kullanılıyor ise derginin bilimsel alanı etkileme gücünün o derece yüksek olduğu varsayılmaktadır. Dergilerin saygınlık göstergesi olarak kullanılan “etki faktörü” ile bilim insanlarının yayınlarının gördüğü ilginin göstergesi olan “h-endeks” atıflardan hareketle hesaplanan ölçütlerdir.

Bir derginin etki faktörü o dergide yayınlanan makalelerin aldığı ortalama atıf sayısını yansıtan bir ölçüttür. H-endeks ise bir yazarın yaptığı yayınlara aldığı atıfların sıklığını bileşik endeks şeklinde gösteren bir ölçüttür. Örneğin yazarın makalelerinden 5 tanesinin her birine en az 5 atıf yapılmışsa bu yazarın h-endeksi 5 demektir. Yüksek h-endeksi değerleri katlanarak artan atıf sayıları anlamına gelmektedir. Örneğin h-endeksi 100 olan bir yazarın h-endeksinin 101’e çıkması için sadece 101. yayınının değil ondan önceki 100 yayınının da 101 atıfa ulaşmış olması gerekmektedir. Peki, bu denli zor işi başaranlar kimlerdir, özellikleri nelerdir? 

Çok sayıda yayın yapmak ve atıf almak bilimsellik için önemli bir gösterge olsa da bilimsellik yayın ve atıf ile ölçülemeyecek kadar geniş ve karmaşık bir alandır. Örneğin Nobel alan pek çok bilim insanının bu tür atıf indekslerinde ön sıralarda yer almadığı dikkati çekmekte, h-endeksi çok yüksek olan pek çok yazarın ise aslında bilgi üretmeyi değil de çok atıf alacak yazılar yazmayı amaç edindiği anlaşılmaktadır.

Uluslararası bilimsel yayınları endeksleyen bir kuruluşun verilerine göre 1996’dan 2022 yılı sonuna kadar en çok atıf alan bilim insanları arasında ilk sırada yer alan kişinin atıf sayısının 371038, h-endeksinin ise 273 olduğu, yani 273 yayınına en az 273’er kez atıf aldığı görülmektedir. (https://elsevier.digitalcommonsdata.com/datasets/btchxktzyw/6) Aynı dönemde h-endeksi 100’ün üzerinde olan yazar sayısı ise 4160’tır. Bunlar arasında ülkemizden bir yazarın/bilim insanının bulunmaması işin bir başka yönü olup başka bir yazı konusudur.

Yakın zamanda yayınlanan bir meta-bilim araştırması sonuçlarına göre  (https://link.springer.com/article/10.1007/s11192-023-04687-5) yüksek etki faktörlü çeşitli tıp ve genel bilim dergilerinde 700’den fazla yayını olan kişilerin ağırlıklı olarak bilim camiası dışından oldukları, sadece 3 tanesinin doktora derecesine sahip olduğu, doktora alanlarının oşinografi, farmakoloji ve organik kimya alanı olduğu halde yayınlarının bu alanlarla ilgili olmadığı, 7’sinin gazetecilik alanında yüksek lisans yaptığı, 2 tanesinin de tıp doktoru olduğu görülmüştür.     

Bunlar arasından son iki yıldaki yayınlarına 100’den fazla atıf yapılmış olan makaleler ayrıca değerlendirildiğinde bu yayınların sahibi 25 yazardan 13’ünün herhangi bir yüksek lisans derecesinin bile olmadığı, yazarların genellikle bilim gazeteciliği alanından kişiler olduğu anlaşılmıştır. Bilim gazeteciliği alanındaki yazarların bilim dergilerinde bilim insanlarının önüne geçecek kadar çok yayın yapmış ve atıf almış olmalarını açıklamak mümkünse de anlamak mümkün değildir. Bu yayınların önemli bir kısmında yayınların sonunda bulunması etik bir gelenek haline gelmiş olan “herhangi bir çıkar ilişkisi yoktur” ifadesinin yer almamış olması yapılacak açıklamaya anlam kazandırmaktadır. Eğer bu yazılar bir tür örtülü reklam işlevi görmekte, aldıkları atıf sayıları da “rating”lerini yansıtmakta ise bu bilimsellik adına kabul edilebilir bir durum değildir.

Öte yandan gene yayınlanan çeşitli meta-bilim araştırma sonuçlarına göre (https://www.nature.com/articles/s41562-016-0021) yapılan bilimsel yayınların önemli bir kısmında “tekrar edilebilirlik sorunu” bulunmaktadır. Seçici raporlama, istatistik analizleri çarpıtma ve tekrarlanması mümkün olmayan iş akışları şeklinde ortaya çıkan bu sorunun önce sosyal bilimler araştırmalarında daha sonra sağlık bilimlerinde yaygın olduğu görülmüştür.

Tekrar edilebilirlik sorunu, yapılan araştırmadaki yöntemlerin yayınlanma sürecinde başkaları tarafından tekrar edilmesine imkân verecek şekilde açık yazılmamış, hatta karartılmış olması anlamına gelmektedir ve bilimsellik adına ciddi bir sorundur. Bilimselliğin temelinde kuşkuculuk vardır ve yapılan bir araştırmanın sonucundan kuşku duyan, test ederek emin olmak isteyen kişilerin bunu tekrarlayarak benzer sonuca ulaşıp ulaşmaması hem yapılanların güvenilirliği hem de yayınlanan bulguların doğruluğu ve gerçeğe dönüşmesi açısından oldukça önemlidir.

Sorun sadece yöntemlerin karartılması ile sınırlı değildir. Yaptıkları bilimsel çalışmanın sonuçlarını yorumlamaya çalışan pek çok akademisyenin yorumlarının araştırmadan elde edilen kanıtlara göre değil de kendi kanaatlerine göre yapıldığı yaygın bir uygulama, iyi bilinen bir gerçektir.

Sonuç olarak, bilimselliğin çok yayın yapmak ve çok atıf almaktan ibaret olmadığını hatırlamak, benzer doyumu sağlasalar bile alınan atıfların sosyal medya paylaşımlarına alınan beğenilerden farklı olması, gerçekten hak edilmiş olması gerektiğini akılda tutmak gerekir.