Prof. Dr. Sabahattin Aydın

The COVID-19 pandemic has exacerbated the existing global lack of trust, creating devastating effects on healthcare systems worldwide. During the pandemic, countries prioritizing their individual interests, the absence of international solidarity, and the ineffectiveness of institutions like the World Health Organization (WHO) have intensified the global crisis of trust. The pandemic has shattered humanity’s illusion of dominance over nature, exposed the limitations of science, and highlighted the interdependence of societies.

The 2024 Edelman Trust Barometer reveals a global decline in trust, particularly in Western countries, where distrust in governments and institutions has grown. Developed countries have deepened global inequalities by exploiting the resources of poorer countries. Even in the post-colonial era, this exploitation has persisted through different means.

Amid such uncertainty in the global healthcare system, the “America First” policies pursued by Trump, the leader of the dominant global power, have further destabilized it. Trump’s decision to withdraw from the WHO has disrupted global health programs, including vaccination campaigns, maternal and child health initiatives, and epidemic control. The loss of U.S. financial support has likely created a significant gap in the WHO’s budget. Trump’s trade wars, anti-immigration policies, and cuts to healthcare budgets have endangered public health both within and outside the U.S. His rhetoric fueling vaccine hesitancy has hampered pandemic response efforts. Aggressive statements regarding regions like Greenland and the Panama Canal have also strained relations with NATO and U.S. allies.

We are already aware that ongoing wars, climate crises, and pandemics threaten healthcare systems around the world. According to the WHO’s 2025 Emergency Appeal Report, over 300 million people are in urgent need of medical assistance. Outbreaks of cholera and measles are occurring in refugee camps, and fragile healthcare systems struggle to cope. The genocide in Gaza is a testament not only to the collapse of healthcare systems, but also to a profound moral catastrophe for humanity. Attacks on hospitals, the killing of healthcare workers, and shortages of food and essential medicines have left an indelible scar on history.

Before it is too late, humanity must awaken its collective wisdom and conscience. Political interests must not take precedence over science, and public health policies must be evidence-based. In order to repair the damage caused by short-term, self-serving policies and the resulting climate of distrust, there is an urgent need to rebuild global cooperation mechanisms. Only through mutual trust, solidarity, and a scientific approach can humanity overcome these global crises. Otherwise, the cost of distrust and chaos will be borne by all societies.

***

Küresel Güven Bunalımı ve Trump Fırtınası Altında Sağlık Sistemlerimiz

Zaten mevcut bulunan küresel güven eksikliğine eklenen COVID-19 pandemisi, dünya genelinde sağlık sistemleri üzerindeki yıkıcı etkiler oluşturmuştur. Pandemi sırasında ülkelerin bireysel çıkarlarını ön planda tutması, uluslararası dayanışmanın eksikliği ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi kurumların etkisiz kalması, küresel bir güven bunalımını tetiklemiştir. Pandemi, insanlığın doğaya hükmetme iddiasının bir virüsle sarsıldığını, bilimin mutlak olmadığını ve toplumların karşılıklı bağımlılığını gözler önüne sermiştir.

2024 Edelman Güven Barometresi, dünya genelinde güvenin azaldığını, özellikle Batı ülkelerinde hükümetlere ve kurumlara duyulan güvensizliğin arttığını ortaya koymaktadır. Gelişmiş ülkeler, yoksul ülkelerin kaynaklarını sömürerek refahlarını artırırken, küresel eşitsizlikleri derinleştirmiştir. Kolonyalizm sonrası dönemde bile bu sömürü farklı yöntemlerle devam etmiştir.

Küresel sağlık sistemi böylesine bir belirsizlik yaşarken, dünyanın hakim kutbunda başkan olan Trump’ın izlediği “Önce Amerika” politikaları, küresel sağlık sistemlerini daha derinden etkilemiştir. Trump’ın DSÖ’den çekilme kararı, küresel sağlık programlarını (aşı kampanyaları, anne-çocuk sağlığı, salgın kontrolü) sekteye uğratmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) finansal desteğini çekmesi, DSÖ’nün bütçesinde muhtemel bir boşluğa yol açmıştır. Yine Trump’ın ticaret savaşları, göçmen karşıtı politikaları ve sağlık bütçelerinde yaptığı kesintiler, ABD içinde ve dışında halk sağlığını tehlikeye atmıştır. Aşı karşıtlığını körükleyen söylemleri, pandemiyle mücadeleyi zorlaştırmıştır. Grönland ve Panama Kanalı gibi bölgelere yönelik agresif açıklamaları, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve ABD’nin müttefikleriyle ilişkilerini germiştir.

Hâlihazırda dünya genelinde devam eden savaşlar, iklim krizi ve salgınların, sağlık sistemlerini ne denli tehdit ettiğini biliyoruz. DSÖ’nün 2025 Acil Durum Raporu’na göre, 300 milyondan fazla insan acil sağlık yardımına ihtiyaç duymaktadır. Mülteci kamplarında kolera, kızamık gibi salgınlar yayılmakta, kırılgan sağlık sistemleri bu yükü kaldıramamaktadır. Gazze soykırımı ise sağlık sistemi acizliğinin yanında başlı başına bir küresel vicdan felaketidir. Hastanelere yönelik saldırılar, sağlık çalışanlarının katledilmesi, gıda ve temel ilaçlara erişim sorunları, insanlık tarihinde onurulmaz bir yara açmaktadır.

Çok geç olmadan insanlık ortak aklının ve vicdanının harekete geçmesi gerekir. Politik çıkarların bilimin önüne geçmemesi, halk sağlığı politikalarının kanıta dayalı olması şarttır. Kısa vadeli çıkarcı politikaların uzun vadede yarattığı güvensizlik ortamının telafisi için küresel iş birliği mekanizmalarının yeniden inşasına ihtiyaç vardır. İnsanlık, ancak karşılıklı güven, dayanışma ve bilimsel yaklaşımla küresel krizlerin üstesinden gelebilir. Aksi takdirde, güvensizlik ve kaosun bedeli tüm toplumlar için ağır olacaktır.

Makaleye ulaşmak için tıklayınız.