Çok eski dönemlerden itibaren çeşitli toplumlarda sık karşılaşılan, dini, hukuki ve ahlaki yönü üzerinde önemle durulan sosyal bir olgu olarak çocuk düşürme, klasik fıkıh kitaplarında ıskât-ı cenîn tabiriyle karşılanmaktadır. Kadim kültürlerin ve dinlerin çoğunda çocuk düşürme yasaklanmıştır. Eski Yunan’da aile fertlerinin sayısını azaltmak amacıyla çocuk düşürmek yaygınsa da modern tıbbın babası sayılan Hipokrat, meşhur hekim andında hekim adaylarına “kadınlara çocuk düşürmek için vasıtalar temin etmeyeceğim.” diye yemin ettiriyordu.

Budizm, Zerdüştlük ve Hinduizm’de çocuk düşürmek yasaklanmıştır. Hatta Hintlilerde çocuk düşüren kadın, “kast”ın dışına çıkarılırdı. Yahudilerin kutsal kitabında evlilik ve çoğalma emredilmiş olduğundan kısır eşin boşanması ve cariyelik kavramı meşru sayılmıştı. Tevrat’a göre, “çocuk düşüren kadın, çocuğun ölümüne ve nüfusun azalmasına sebep olduğu için cani sayılır”. Hristiyanlıkta da çocuk düşürmek büyük günah kabul edilmiştir. Kiliseler tarih boyunca Hristiyan kadınların çocuklarını düşürmek için ilaç içmelerini yasaklamış ve kınamışlardır.

Kur’an-ı Kerim’de İsrâ suresi 31. Ayette “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, onlara da, size de biz rızık veriyoruz. Doğrusu onları öldürmek büyük bir günahtır.” buyurulmaktadır. Bu ayet İslamiyet öncesi Araplarının cahiliye devrinde yaygın bir uygulaması olan kız çocuklarını diri diri toprağa gömme adetlerini yasaklamakla ilgili olarak indirilmişse de ayetin geniş anlamıyla kürtajı da kapsadığı düşünülmektedir.

Osmanlı Devleti’nde 1858 tarihli Ceza Kanunnamesinin yürürlüğe girmesinden önce, çocuk düşürme ve kürtaj suçları İslam hukukunun genel esaslarına göre cezalandırılırdı. Nitekim Osmanlı döneminde verilen şu fetva, çocuk düşürmeye sebep olana ta’zir cezası verileceğini belirtmektedir: “Zeyd bir taâma ıskât-ı cenîn eder deyû devâ katub Hind-i hâmile verüb Hind dahı bilmemekle kendi eliyle yiyüb ândan nâşî bir cenîn-i meyyit ilkâ eylese Zeyd’e ne lâzım olur? El-Cevâb: Ta’zîr.” (Fetâvâ-yı Ali Efendi, c:II, s: 299.) (Ta’zir, had ve kısas cezaları dışında yöneticinin veya hâkimin takdirine bırakılan ceza manasınadır. Bedeni, hürriyeti kısıtlayıcı, mali ya da kınama ve mahrumiyet cezaları olarak değişik şekillerde olabilir.)

Arşiv belgelerinden anladığımız kadarıyla, Osmanlı Devleti’nde çocuk düşürmenin yasaklanması; dini, insani ve toplumsal bir temellere dayandırılmıştır.

En eski belge

Osmanlı tarihinde ıskat-ı ceninin yasak olduğuna dair en eski belge, 6 Ramazan 1179 (16.02.1766) tarihlidir. Bu belge İznikmid sakinlerinden olan Ebubekir Bey’in karısı Ayşe’den, kendisinden habersiz üç kere çocuk düşürmesi sebebiyle şikâyetçi olmasıyla ilgilidir. Adı geçen belgede, Ebubekir Bey karısından dem (kan) adı altında ihkak-ı hak (hakkını teslim etmek, yerine getirmek) talep etmekte, davanın “çavûş mübâşeretiyle mahallinde şer’le” görülmesi, eğer bu mümkün olmaz ise davanın İstanbul’da yapılması istenilmektedir.

“Cenâb-ı kerîm ve rabb-ı müsteân-ı rahîm-i celîl-i şâne hazretleri şevketlü muhabbetlü kerâmetlü azimetlü pâdî_âh-ı âlem-penâh efendimiz hazretlerinin mahz-ı hayr havâh-ı âlem olan mübârek vücûd-ı hümâyûnlarını cem‘-i ekdâr-ı gû-eden masun ve mahfuz eyleyüb serîr-i saltanat-ı aliyyelerinde tûl-ı ömrü ile ber-karâr ve ber-devâm eyleye âmin, arzûhâl-i kulları İznikmid sâkinlerinden olup bundan akdem zevce-i mutlakam olan Ayşe nâm hâtûn bu kullarından izinsiz üç defâ ilâçla kasden hamlini meyyit düşürüb üç bile evlâdımı itlâf-ı nesl zâyi etmekle mezbûreden ber-muktezâ-yı şer‘ üç adet evlâdlarımın dem diyetlerini taleb ve ihkak-ı hakk murâd eylediğimde mezbûrenin muâyyen kesîreleri oldu_undan bir türlü mukavemet ve icrâ-yı hakk olamayıp şôd-ı rahâl birrle âsitâne-i aliyyeye gelip şevketlü kerâmetlü efendimizin merhamet ve şefkati âleme mebzûl olmakla rikab-ı hümâyûna arzuhale cesâret kılındı merâhim-i mülûkânelerinden mercû mutazırrıdır ki hasbetullah-ı Teâlâ ve hâl-i perî_ânıma merhameten yedimde olan fetvâ-yı şerîfe manzûr-ı hümâyûnları buyruldukda çavûş kulları mübâşeretiyle mezbûr Ayşe ile mahallinde şer‘le ihkak-ı hakk mümkün olmaz ise mezbûreyi asitaneye ihzar ve mezkûr evlâdlarımın dem-i diyetlerini ber-muktezâ-yı şer‘ icrâ ve ihkak-ı hakk olmak için İznikmid kadısına hitaben emr-i âlîşân isdâr ve ihsân buyrulmak bâbında emr-i hümâyûn şevket-makrûn şevketlü muhabbetlü kerâmetlü azimetlü pâdîşâh-ı âlem-penâh efendimiz hazretlerinindir, fî 6 R. 179,

Ebûbekir bendeleri” (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet-i Adliye, 80/4825).

III. Selim’in tahta çıkmasından hemen sonra 1789’da ıskat-ı cenine yol açan ilaçların, tabipler ve eczacılar tarafından satışının yasak olduğuna dair yayınladığı ferman da bu konuya ve ıskat-ı ceninin yasaklanmasına yönelik çabalara örnek olması bakımından önemli bir belgedir.

“Kanlı ebe”

12 Şaban 1242 (11 Mart 1827) tarihli Divan-ı Hümayun’dan Saray Başkâtipliğine gönderilen bir başka belgede önceki tarihlerdeki uygulamalara atıfta bulunularak Müslüman, Yahudi ve Hristiyan tebaadan ebelikle uğraşan bazı kadınların hamile kadınlara ilaç vererek hem ceninin düşmesine, bazen da annenin ölümüne yol açtıkları gerekçesiyle bu fiilin men edilmesine rağmen bunda başarılı olunamadığı, suçu işleyenlerin yakalandıklarında cezalandırılmalarının şer-i şerife uygun olup olmadığının sorulmuş olduğu, verilen cevapta, cezalandırılmalarının şer-i şerife uygun olduğunun belirtildiği, çocuk düşürmek için ilaç veren Yahudi kadınlardan “kanlı ebe” denilen İlya ile iki kadının tembih ve ikazla yola gelmedikleri, ibret için üçünün birden Selanik’e sürgün edildiklerinden” bahsedilmiş; Rum ve Ermeni patrikleri ile hahambaşına yazılmış olan buyruldular ile Müslüman ve Gayrimüslim ebelerin ıskat-ı cenin işlerine kalkışmamaları istenmiş, ıskat-ı cenin ihbarı durumunda gerekli cezaî işlemlerin yapılacağı bildirilmiştir.

Ser-etibbâ-i hazret-i şehriyârî izzetlü fazîletlü efendi hazretleri

Âsitâne-i aliyye’de ehl-i İslâm ve yahûd ve nasârâdan ebelik san‘atıyla me’lûfe olan ba‘zı karılar mücerred tama‘ ve irtikâba mebnî hâmile hâtûnlara devâ virüp iskât-ı cenîn itdürmek ve aralıkda birazının dahi helâkine sebeb olmakda oldukları tahkîk olunup bu emr-i münkerin beher hâl men‘ ü def‘iyle âmme-i nâsın ızrârdan kurtarılması lâzıme-i zimmet-i diyânet olduğundan evvel-i emrde muktezâ-yı şer‘îsi taraf-ı hazret-i fetvâ-penâhîden lede’l-istiftâ ebelik iddi‘âsında olan Hind hâtûnlara ıskât-ı cenîn içün devâ virüp ıskât-ı cenîne sebeb olduğundan mâ‘adâ ba‘zı hâtûnların dahi helâkine sebeb olup bu fi‘il-i şenî‘i mu‘tâd itmekle nâsa zararı olsa Hind bu fi‘il-i şenî‘den emr-i veliyyü’l-emr ile zecr ü men‘ olunup itâ‘at itmez ise te’dîb olunmak emr-i meşrû‘a olur mu el-cevâb olur deyü fetvâ-yı şerîfe virilmiş ve Yahûdî karılarından kanlı ebe dimekle ma‘rûfe İlya ve kızı Makvele ve halası mesâbesinde olan Rahil Bolise nâm habîseler öteden berü bu kâr-ı mekrûh ile me’lûfe oldukları mütevâtir ve yalnız tenbîh ve te’kîd ile memnû‘ ve mütezeccir olmayacakları zâhir olduğuna binâen ibreten li’s-sâirîn üçü birden Selânik’e nefy ve tağrib olunmuş ve keyfiyyeti kendü milletlerinden ebelik idenlere gereği gibi tenbîh ve te’kîd eylemeleri zımnında Rûm ve Ermenî patriklerine ve hahambaşıya başka başka buyuruldular tasdîr itdürilmiş olmağla siz dahi ba‘de ezîn hâmile hâtûnlara o misillü ıskât-ı cenine dâir edviye virmemelerini ve eğer virirler ise muktezâ-yı şer‘-i şerîf üzere icrâ-yı te’dîblerine ibtidâr kılınacağını bi’l-cümle ehl-i İslâm ve millet-i selâse ebelerine ber vech-i ekîd tenbîh ve te’kîde himmet ve dâimâ hâlleri taharrî olunarak içlerinden dinlemeyüp de yine bu fi‘il-i şenî‘a tasaddî ideri haber alunur ise hakkında lâzım gelen te’dîb-i şer‘î icrâ olunmak içün keyfiyyeti ifâdeye mübâderet eyleyeler deyü.

Fî 12 Ş sene [1]232 [27 Haziran 1817]

Birer sûreti

Efendi-i müşârun ileyh hazretlerine şu vechile buyurulduğu yazıldığı beyân kılınarak kendüleri dahi milletlerinden olan ebelere keyfiyyeti gereği gibi tenbîh ve te’kîde dikkat ideri icrâ-yı te’dîb eylemeleri içün Rûm ve Ermenî patrikliklerine ve hahambaşıya başka başka üç kıt‘a . (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet-i Sıhhiye, 437-A-B-C)

Buna benzer bazı belgelerde genellikle ülke çapında yayımlanan fermanlarla iskat-ı ceninin yasaklanmasının ve bu suçu işlemeye kimsenin cesaret edememesi yolunda tembihlerde bulunulmasının, tedbirlerin alınmasının ve suçu işleyenlerin şiddetle cezalandırılmalarının istendiği anlaşılmaktadır.

Kanunnamelerde ıskat-ı cenin

Osmanlıda Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra yapılan yasal düzenlemelerle ıskat-ı cenin konusu ceza kanunnamelerinde yer almaya başlamıştır. İlk kez 21 Zilhicce 1274 (1 Ağustos 1858) tarihli ceza kanunnamesinde ıskat-ı cenin ile ilgili yasaklayıcı hükümlerden 192. madde, “Bir kimse darp yahut sair bir guna fiil ile hamile hatunun ıskat-ı cenin eylemesine sebeb olursa diyet-i şerriyesi istifa olunduktan sonra eğer bu teaddsi an-kasd olmuş ise muvakkaten küreğe konulur.” yanibir kimsenin darp veya başka şekilde hamile bir kadının çocuk düşürmesine sebep olmaları halinde şer’î olarak diyet ödemeleri, eğer kasıtlı olarak yapılmış ise kürek cezası ile cezalandırılmaları şeklinde hükmolunmuştur. Diyet olarak “gurre” ismi verilen bir tazminat ödenirdi.

Kanunnamenin 193. maddesi ise, “Bir hamile hatunun gerek rızası olsun gerek rızası olmasın ıskat-ı cenin ettirmek içün ilaç içirüp yahut esbab ve vesailini ta’rif edüp de eseriyle çocuğu düşürülür ise buna sebeb olan kimse 6 aydan 2 seneye kadar hapsolunur. Ve eğer buna sebep olan tabib ve cerrah ve eczacı ise muvakkaten küreğe konulur.” şeklindedir. Görüldüğü gibi bu maddede annenin rızası ile veya rızası dışında çocuğun 3. kişiler tarafından düşürülmesi yer almaktadır. Hamile kadına ilaç içirerek, gerekli araçları sağlayarak ceninin düşmesine sebep olan kişiler 6 ay ile 2 yıl arasında hapis cezası ile cezalandırılır. Fail eczacı, doktor ya da cerrah ise muvakkat kürek cezası verilir.

Nüfus azlığı

Iskat-ı cenini engelleme çabalarının altında yatan en önemli nedenlerden biri nüfusun azalmasıdır. Özellikle 19. yüzyılda ortaya çıkan nüfus azlığı, Osmanlı Devletinin üzerinde yoğunlaştığı bir sorun olmuş, bu soruna yol açan bütün engeller ortadan kaldırılmak istenmiştir. Bu bağlamda nüfus artışını sağlamaya yönelik çabaların başında ıskat-ı ceninin yasaklanması gelmiştir. İslam hukukuna göre de yasak olan ıskat-ı cenin, zaten Osmanlı arşiv belgelerine nüfusu büyük savaşlardan ve öldürücü hastalıklardan daha fazla azalttığı için ve İslam nüfusunun arttırılması gerekçesiyle yasaklandığı şeklinde geçmektedir.

“Nezd-i maâlî-i vefd-i mülûkdârîlerinde mâ‘lûm-ı derkâr bulunduğu üzere mile’l-kadîme ve hazîre kavânîni umûmen teksîr-i nüfus emr-i mühîmmini istihsâl içün birçok kavâ’id-i mü_evvîkeyi hâvi olub sâlik oldu_umuz dîn-i mübeyyin-i Muhammedîyye’de dahî izdivâcı tergîb ve teksîr-i nüfusu teşvîk yolunda âyât-i celîle ve âhâdis-i nebevîye mevcûtdur bu evâmir-i dînîye ile beraber devlet-i Aliyye-i Osmânîye’nin teşkîlât-i siyâsîyesi îcâbı hidmet-i askerîyeyi bi’l-fî‘il îfâ eden yalnız ahâlî-i İslâmiye olduğundan umûm tebaa-i Müslime içün izdivâc ve teksîr-i nüfus emr-i mühîmine dikkat-i lâzimeden iken kurâ ve kasabatda teksîr-i nüfus-i İslâmiye’nin uğradığı müşkîlât ve bu bâbda ibkâ olunan envâ-i muzırrât selâmet-i millet ve devleti rahneye uğratacak ve hâmi-i dîn-î mübeyyin ve halîfe-i rûy-i zemîn velînimetimiz pâdîşâhımız efendimiz hazretlerinin selâmet-i mülk ve devlet ve terfîye-i ahvâl-i riâyet husûsuna ma‘tûf olan nazar-i dikkat mülûkânelerini celb edecek bir sûretde görülmekdedir taklîl ve ihlâk-i nüfusu bâdî olân bu hâl ıskat-i cenîn keyfiyetidir ahâlî-i kurâ-i fukâra ve âcîzeden bulunmak ve îâşe-yi evlâda kâdir olamamak hasebiyle ebeveyn bir iki evlâda sâhib oldukdan sonra mahzan kendilerini bâr-ı ızdırâb altında bırakmamak ve başka evlâd getirmemek içün bu tarîk-i fâside sülûk etmekdedirler bu bâbda mesmû’ ve tahkîkatla müsbet olan vukûâtın ta‘dâdı gayr-i kabil olub yalnız bir köyde hâmîle olduğu hâlde evlâdını ıskat içün uğraşırken terk-i hayât eden az zamanda beş altı kadın müşâhede edilmişdir işte bu hâlin netice-i muzırrâsından olarak bundan yirmi sene akdem cesîm ve nüfus-i kesîr olan kurâ-i İslâmiye’nin bu müddet zarfında fî‘il-i geriyei mezkûre ibtilâdan nâşî gerek nüfus ve gerek hâne cihetiyle beşte bire kadar tenzîl etdiği görülmekdedir her ne kadar ıskat-i cenîn edenler indullah mes‘ûl olduğu gibi kavânîn-i hükümet-i seniyyede dahî bu fî‘ile sülûk edenler hakkında şiddetli cezâlar tertîb olunmuş ise de câhil ve gâfil olan halk bu ahkâm-ı mücazâtın derecesini takdîrden âciz bulundukları cihetle fî‘il-i mekrûhlarını hafiyyen icrâ etmekde ve bu bâbda öğrendikleri usûller ve bildikleri mühlîk ilâçlar hakîkaten şâyân-i cür’et görülmekde bulunmuştur fakr-i zarûret sa’îkasıyla bu fî‘il-i kabihe başlayan ve âdet edinen ahâlî-i kurâyı cüz’î bir teşvîk ve tergîb gösterilmek sûretiyle bu hareketlerinden vazgeçirmek ve sa‘adet-i mülk ve devleti temîn etmek kabil olacağı vârid-i hatr olmakdadır dersa‘adet ahâlîsi gibi hidmet-i fî‘iliye-i askerîyede bulunmayan tebaa-i şâhânenin müstesnâ tutulması ve istifâdenin yalnız fî‘ilen askerlik edenlere tahsîs edilmesi sûretiyle altı veya yedi evlâd dünyâya getiren ebeveynlere mikdâr-i münâsib maâ_ tahsîsi gibi bir mükafât vaad buyrulduğu sûretde bilâ ihtiyâçla evlâdını fedâ eden yâni milletin nüfusunu müthîş muharebelerden ve mühlîk hastalıklardan ziyâde taklîl eyleyen ebeveynin if‘al-i mihribânesine bir sedd-i sedîd çekilmiş olur. Millet-i necîbe-i Osmânîye’nin teksîrini ve selâmetini temîn edecek ve bir musîbet ve âfet demek olan âdet-i gerîhe-i mebhûseden halâs eyleyecek bi’lcümle tedâbirin ittihazı husûsunda ve her hâlde emr-i fermân ârâ-yı sâ’îbe-i mülûkdârîleri ve ikdâmat-i mütevâlîye-i şehrîyârileri millet ve devleti nice nice mehâlikden halâs eden ve sa‘adet ve selâmetini ve feyz ve terfîsini temîn eyleyen velînimetimiz umûm tebaa-i Osmânîye’nin merdümek-i çeşm ve bâ’is-i sa‘adet-i sevgili ve merhametli pâdîşâhımız efendimiz hazretlerinindir.” (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.TPK.AZJ-46/19)

Osmanlı yönetimi, nüfus azalmasının devlet gücünün azalmasına yol açmasından da endişe etmektedir. Bu nedenle de çıkarılan fermanlarla halkı bu davranıştan uzak tutmak için din ve insani sebepler kullanılmıştır. Hemen hemen her fermanda çocuk düşürme olayının dinen yasak olduğu, bu fiilin “Tanrının iradesine karşı” gelmek sayılacağı vurgulanmıştır. Yine belgelerden bu suçun sadece Müslüman nüfus için değil, gayrimüslimler için de yasaklanmış olduğu sonucuna varmamız mümkündür.

Der-i devlet-mekîne arz-ı abd-i dâ‘î-i kemîneleridirki Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye ve Memâlik-i mahrûsa-i şâhâne ahâlîsinden ba‘zıları muğâyir-i rızâ-yı cenâb-ı hallâk-ı âlem ve bâdi-i kıllet-nesb benî Âdem olan ıskât-ı cenînde mâdde-i kerîhiyesini irtikâb etmekle ve cenînde ıskâtı âdetâ katl-i nefs kabîlinden bir günâh-ı azîm ve mükebbih olanlar mazhar-ı mücâzât ve evlâd ni‘metinin kadr-ı kıymetini bilmedüklerinden küfrân-ı ni‘metin sillesine giriftâr olarak ba‘zı mu‘âlecât-ı mühlike isti‘mâl ider iken kendüleri dahi telef olmak misillü müstahakk-ı belâyâyı gûnâ gûn oldukları ve bu yüzden kâffe-i ahâlî ve berâyânın âsâr-ı hüsrân ve inâdın vikâyeleri lâzımeden idüğine mebnî bu defa husûs-ı mezkûr muktezâ-yı irâde-i seniyye-i mülûkâne üzre Dersaadet’de meclis-i aliyyede lede’l-müzâkere lâzım gelenlere tenbîh buyurulduğu misillü fîmâ ba‘d bu gûne hâlât-ı mekrûhe vuku bulmamak ve hiçbir ferdin ıskât-ı cenîne cüret edememesi hususlarına dikkat ve ihtimâm olunmak bâbında Rûmili’nin sol kolunda vâkı‘ umûma hitâben şeref-bahşâ-yı sahîfe-i südûr olan fermân-ı celîlü’ş-şân Serfiçe mahkemesine ledâ şerefi’l-vürûd ve’t-tescîl bi’l-cümle lâzımü’l-huzûr muvâcehelerinde kıraet olunup sem‘an ve tâ‘aten merâsimini ba‘de’l-edâ ber tıbk-ı fermân-ı cihân-mutâ‘-ı sultânî husûs-ı mezkûr Dersaadet’de olduğu misillü cümle lâzım gelenlere gereği gibi tenbîh ve te’kîd kılınmış ve tıbkı irâde-i seniyye hıdmet-i mübâşiriyesi verilip nizâm-ı mezkûrun ale’d-devâm infâz ve icrâsına dikkat olunacağı evvlki vâkı‘u’l-hâldir bi’l-iltimâs bâye-i serîr-i ma‘delet-masîre arz u i‘lâm olundu bâki‘u’l-emr li hazret-i men lehü’l-emrdir. Fî’l-yevmi’l-hâmis ve’l-ışrîn min şehr-i Şevvâli’l-mübârek sene erba‘a ve hamsîn ve mieteyn ve elf.

İbrahim Hulûsi

Serfiçe kazası nâib vekîli. (Cevdet-i Sıhhiye, 30)

Sonuç

Osmanlı Devleti’nin özellikle 18. yüzyıldan itibaren çocuk düşürmeyi engellemek için sistemli bir devlet politikası izlediğini ve bunun altında yatan temel sebebin devlet nüfusunun dolayısıyla gücünün azalmasını engellemek olduğunu ancak gerekçe olarak çocuk düşürmenin dini açıdan günah sayılmasının gösterildiğini söyleyebiliriz.

Kaynaklar

BAŞOĞLU Tuncay; “Ta’zir” Maddesi, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c: 40, s: 198-202, İstanbul, 2001.

FEYİZLİ H. Tahsin; Feyzü’l-Furkân Kur’ân-ı Kerîm Meali, Server İletişim, 2007.

HARMAN, Ö. Faruk; “Çocuk Düşürme” Maddesi, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c: 8, s: 363-364, İstanbul, 1993.

KONAN Belkıs; “Osmanlı Devleti’nde Çocuk Düşürme Suçu”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 57 Sayı: 4 S:319-335, 2008.

ÖZCAN Tahsin; “Hukuk ve Tıp: Fetvalara Göre Osmanlı Toplumunda Sağlık Hizmetleri”, Osmanlılarda Sağlık I, ed. Coşkun Yılmaz, Necdet Yılmaz, Biofarma İlaç San. ve Tic. A.Ş., s: 335-341, İstanbul 2006.

SARI Nil; “İlk Çağ’da Tıp”, Tıp Tarihi ve Tıp Etiği Ders Kitabı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yay., s. 13-58, İstanbul, 2007.

SOMEL S. Akşin; “Osmanlı Son Döneminde Iskat-ı Cenin Meselesi”, Kebikeç, Sayı 13, s.71, Ankara, 2002.

ŞİMŞEK Fatma, DİNÇ Güven, EROĞLU Haldun; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Iskat-ı Cenin (Çocuk Düşürme)”, The Journal of International Social Research (Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi), S. 6, s. 593-609, 2009.

Eylül-Ekim-Kasım 2012 tarihli Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, 24. sayı, s: 20-23’ten alıntılanmıştır.