Kanserden omurilik hasarına kadar, tedavisi ya da onarılması imkansıza yakın pek çok hastalık için, kök hücre araştırmalarının vaat eder gözüktüğü çareler dünya ile birlikte ülkemizin gündeminde de yer tutmaya devam etmektedir. Kök hücre araştırmalarıyla ilgili bilimsel raporlar profesyonel gözle incelendiğinde kamuoyuna hakim kılınmaya çalışılan iyimserliğin aşırılığı gözden kaçmamaktadır. Bu aşırılık ise bu tedavileri hararetle savunanların başka motivasyonları olabileceğini düşündürmektedir.

Kök hücre bilimi nerede?
 
Kök hücreler, iki temel özelliğe sahiptir: 1. Sürekli çoğalabilir ve böylece kullanılabilir bir havuz oluştururlar, 2. Doğru sinyali aldıklarında çeşitli hücre tiplerine dönüşebilirler. Erken dönem (döllenmeden sonraki 5-7 gün içinde) embriyo, fetal dokular, kordon kan ve matriksi, plasenta, kemikiliği ve neredeyse vücuttaki tüm dokular kök hücre kaynağı olarak kullanılabilmektedir. Embriyonik ve fetal hücre dışındakiler yetişkin kök hücresi olarak nitelendirilmektedir. Kök hücreler başkalaşabilme yeteneklerine göre tek hücre tipine dönüşebilen unipotent, birden çok hücre tipine dönüşebilen multipotent, vücuttaki pek çok dokuyu oluşturabilecek pluripotent ve tam bir embriyo oluşturabilecek totipotent özellikte olabilirler.

İnsan embriyonik ve fetal kök hücrelerinin ilk kez 1998 yılında kültürleri yapılabilmiştir. Pluripotent karakterleri ve teorik olarak bir dokuyu tümden oluşturabilme potansiyelleri bu hücreleri çok cazip hale getirmektedir. Ancak şimdiye dek bu hücrelerin kullanımı ile ilgili bilimsel olarak rapor edilen başarılar deney hayvanları ile sınırlı kalmıştır. Bunların içinde sıçanlarda akut omurilik travması, sıçan ve maymunlarda Parkinson modeli, sıçanlarda kalp kası onarımı gibi çalışmalar yer almaktadır. Her ne kadar ilk denemelerde tip I diyabetin tedavisi için pankreas adacık hücre üretiminin hücre kültüründe başarıldığı rapor edilmiş olsa da, daha sonra bunun yöntemle ilgili bir artefakt olduğu anlaşılmıştır. Tüm bu başarılara rağmen henüz embriyonik kök hücrelerinin ekildiği bölgeye tam ve fizyolojik olarak entegre olduğuna dair bir bildirim yapılmamıştır.

Yakın zamana kadar geleneksel olarak kabul edilen görüş vücutta çok az sayıda kök hücre kaynağı bulunduğu, bunların izolasyon ve kültürünün çok zor olduğunu ve başkalaşma yeteneklerinin çok sınırlı olduğunu öngörmekteydi. Ancak son yıllarda bu konuda yapılan yayınların patlaması bu inanışı değiştirdi. Öyle ki kemik iliği hücrelerinin sadece kan hücreleri değil, karaciğer, akciğer, sindirim kanalı, deri, kalp ve kas hücrelerine dahi başkalaşabilecekleri gösterildi. Kemik iliğinin yanı sıra kan, iç kulak, kord kanı, burun mukozası ve plasenta gibi erişimi ve eldesi nisbeten kolay dokular yetişkin kök hücre kaynakları arasına girdi. Ayrıca bu hücreler izole edilip kültür ortamına aktarıldıklarında da uzun süre yaşayabilmekte, dahası çoğalırken başkalaşma yeteneklerini koruyabilmektedirler.

Yetişkin kök hücreleri ile elde edilen başarılar embriyonik hücrelerdeki gibi hayvan deneyleri ile sınırlı değil. Portekiz’de omurilik hasarlı hastalarda kök hücre ile tedaviye yönelik klinik çalışma devam etmektedir. Otolog olarak verilen kök hücrelerinin Parkinson hastalığının semptomlarını azalttığı rapor edilmiştir. Benzer bir başarı, beş hastaya, sahip oldukları kök hücreleri uyarıcı faktörler verilerek elde edilmiştir. Karaciğer, kemik iliği ve pankreas gibi pek çok farklı kaynaktan alınan hücrelerden insülin salgılayan hücreler üretilebilmiştir.

ABD’de dalaktan elde edilen hücrelerle hastalığın tamamen ortadan kaldırılabildiği gösterilmiş ve tip I diyabette klinik çalışmalar başlatılmıştır. Kemik iliği hücrelerinin nakli çeşitli kan hastalıklarında ve kanserlerde eskiden beri uygulanmaktadır. Ancak kapsamı son yıllarda oldukça genişlemiş, multipl skleroz ve Crohn hastalığı gibi otoimmün hastalıklarda, kemik onarımında ve kalp kası yenilenmesinde klinik başarılar rapor edilmiştir. Bu ümit veren sonuçlara rağmen yetişkin kök hücrelerinin nasıl işlev gördüğüne dair kesin açıklamalar yapılamamaktadır. Bazı durumlarda bu hücrelerin ekildikleri bölgedeki hücre karakterini kazanabildiği ve gerekli bağlantıları yapabildiği, bazı durumlarda ise ekim bölgesinde mevcut diğer hücreleri yenilenmeye teşvik ettikleri bilinenler arasındadır.

Zorluk ve tehlikeler

Kök hücre naklinin kabul edilebilir bir tedavi olarak kullanılabilmesinin önünde aşılması gereken bazı önemli engeller bulunmaktadır. Bunların çoğunluğu embriyonik hücre kullanımı ile ilişkilidir.

Etik sorun: Ne kadar erken safha olursa olsun bir embriyo ya da fetusun  parçalanıp hücre kaynağı olarak kullanılması ahlaki bir sorun oluşturmaktadır.
İstenmeyen hücre tiplerine dönüşüm ve bunların kontrolsüz çoğalması: Pluripotent yapıdaki embriyonik hücreleri sadece istenen hücre tipine başkalaşmaya ikna edecek geçerli bir yöntem henüz mevcut değildir.

Tümör oluşumu: Hayvan deneylerinde önemli bir sorun olarak sıkça ortaya çıkmaktadır. Embriyonik kök hücreleri arasında genetik bozulma oranı oldukça yüksektir. Ekimi yapılan kök hücreleri arasında en hızlı çoğalanlar genellikle bu genetik yapısı bozuk olanlardır ve tümör oluşturma potansiyelleri çok yüksektir.

İmmün reaksiyon,  doku reddi: Her ne kadar beyin gibi korunaklı bölgelere yapılan kök hücre ekimleri için çok büyük bir engel teşkil etmese de nakledilen yabancı hücrelere ve oluşturdukları dokulara karşı immün reaksiyon gelişmesi çok ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Bunu aşmak için bağışıklık sisteminin baskılanması ya da hücreler üzerinde ekim öncesi moleküler manipülasyonlar yapılması denenmektedir ancak bu yöntemlerin taşıdığı tehlikeler de yıldırıcı niteliktedir. Hastaların kendi vücut hücrelerinden embriyonik kök hücre klonlanması  tüm bunlara çözüm olarak görülmekteyken, bu konuda bilimsel araştırmaların lideri konumunda bulunan ve bu özellikte 11 ayrı embriyonik kök hücre serisi ürettiğini ilan eden Koreli bilim adamı Prof. Woo Suk Hwang’un sahtekar olduğunun anlaşılması kısa vadede kesin çözüm ümitlerini yok etmiştir.

Tedavi için yeterli sayıda hücre elde edilmesi: Gerek embriyonik ve gerekse yetişkin kök hücrelerin izolasyonu sonunda elde edilen hücre miktarı tedavi için yeterli olmaktan uzaktır. Bunların kültür ortamında uzun süre tutulması ve çoğalmalarının beklenmesi gerekmektedir. Bu ve benzeri nedenlerle bir tedaviye yetecek kadar hücre elde edilmesi çok zahmetli ve külfetli bir süreçtir.

Beklenmeyen etkiler: Ekilen hücrelerin çevre dokuya fizyolojik olarak tam entegrasyonu, mevcut şartlarda kontrol edilebilen bir olay değildir. Bunun sonucunda daha önce hiç kestirilemeyecek işlevsel sonuçlar ortaya çıkabilir. Örneğin, kök hücre ile kalp kası tamiri sonrası aritmiye, omurilik tamiri ardından ise patolojik ağrılara rastlanabilmektedir.

Aşırı iyimserlik kampanyası

Her ne kadar her şeyiyle tanımlanmış bir kök hücre tedavisinden bahsetmek için henüz çok erken olsa da dünya ve ülke kamuoyunda hakim kılınmak istenen bu konudaki aşırı iyimser havanın çok karlı yeni bir sektörün ayak sesleri olduğu söylenebilir. Özellikle ABD’de büyük firmalar arasında sürmekte olan embriyonik kök hücre izolasyonu konusundaki lisans alma yarışı oldukça dikkat çekmektedir. Embriyonik kök hücre izolasyon tekniğini ilk olarak Wisconsin-Madison Üniversitesi’nden James Thomson geliştirmiştir. Şu an tekniğin patent hakları aynı üniversitenin Wisconsin Mezunları Araştırma Vakfı’na aittir. Vakıf bu güne kadar ona yakın firmaya, milyon dolarlara varan ücreterle lisans satışı gerçekleştirmiştir. Ancak daha ileri araştırmaların önünü tıkayan ve potansiyel tedavileri geciktiren bu patentin iptali ve tekniğin kamuya mal olması için akademik çevreler ve bazı sivil toplum kuruluşları yasal girişimler  ve kampanyalarla çaba sarf etmektedirler.

Öte yandan daha konvansiyonel yöntemlerle çoktan ticarete başlamış olan firmalar da söz konusudur. Örneğin ülkemize de pazarlama yapan Cells4health adlı Hollanda firması hastalardan aldığı kemik iliği örneklerinden izole ettikleri kök hücreleriyle kalp kası, damar, omurilik ve beyin dokusu tamiri yapılabileceğini savunmaktadır. Bu izolasyonu Almanya ve İngiltere’deki bazı laboratuvarlara yaptıran firma, ülkemizde çok cesur ve hevesli (!) kimi hekimlerin kök hücre tedavi denemeleri için hücre temin etmiştir. Firmanın Türkiye pazarını ne derece önemsediği internet sayfalarının birkaç dil seçeneğinden birisinin Türkçe olmasıyla daha iyi anlaşılmaktadır.

Bu denli ham bir tedavi yönteminin bu derece kabul görmesinin altında yatan önemli bir sebep batı kamuoyunu yönlendirmek için kasıtlı olarak yapılan abartılı popüler yayınlardır. Özellikle ABD’de, bütçeden araştırma için daha fazla pay almak isteyen çeşitli bilimsel kuruluşların bu yöntemlere sık sık başvurduğu bilinmektedir. Nitekim bilim-kurgu filmlerin bile bu amaca hizmet eden rollerinin olduğu kabul edilmektedir. Amerikan başkanı George W. Bush kök hücre çalışmalarının kolaylaştırılması ve bunlara daha fazla kaynak ayrılması taraftarı değildir. Bununla ilgili olarak senatonun onayladığı kolaylaştırıcı bir yasayı veto eden Bush’un bu konudaki görüşlerini dini mülahazalarının şekillendirdiği bilinmektedir. Böyle olunca, yönetime baskı oluşturmak amacıyla Amerikan kamuoyu dozu gittikçe artan bir “kök hücre tedavisi” propagandasına maruz kalmaktadır. Avrupa’da da bazı farklılıklarla birlikte benzer tartışmalar sürmektedir. Bu tür kampanyaların etkileri küresel boyutta hissedilmektedir.

Ülkemizde bu konudaki yasal mevzuat Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı iki genelgeden ibarettir. Bunlardan birincisi Eylül 2005 tarihli ve bu konuda bir düzenleme getirilinceye kadar embriyonik kök hücre araştırmalarının durdurulmasını öngörmektedir. Mayıs 2006 tarihinde yayınlan ikincisi genelge ise  bakanlık bünyesinde bir “Kök Hücre Nakilleri Bilimsel Danışma Kurulu” kurulduğunu haber vermekte ve embriyonik olmayan kök hücre çalışmaları için bir kılavuz içermektedir. Genelge, kök hücrelerle klinik deneme yapmak isteyen merkezlerin bu kuruldan izin almalarını öngörmektedir.

Aşırı iyimserlik havasının elbette bir başka nedeni başarılı olduğu duyurulan tedavi denemeleridir. Başka hiçbir tedavi şansı olmayan bazı hastalar için kulaktan dolma haberler bile kayda değer bir umut olabilmektedir. Ancak meslek erbabı bu başarı hikayelerini uygun ve saygın bilimsel ortam ve yayınlarda görmek isteyecektir. Bu konudaki beklenmedik başarıların plasebo etkisinden öteye bir şey olmadığını tahmin etmek zor olmasa gerektir. Örneğin Ankara’da kök hücre tedavisi alan N.S adlı paraplejik hastanın, hücre naklinden bir gün sonra ayaklarında karıncalanma hissettiği, ikinci gün ayaklarını birkaç santim oynatabildiği iddia edilmiştir. Böyle bir iddiayı kamuoyuna duyuran, ya da duyurulmasına izin veren hekimlerin, sinir rejenerasyonunun en iyi şartlarda günde en fazla 1 mm olabileceğini, böyle bir hastada hiç vakit kaybetmeden başlayacak bir rejenerasyonun omurilikten ayaklara kadar bir kaç yıldan daha kısa bir sürede gerçekleşemeyeceğini ve bu olmadan bahsedilen iyileşme belirtilerinin gözlenemeyeceğini bilmemeleri mümkün olmasa gerektir.

Aralık-Ocak-Şubat 2006-2007 tarihli SD 1’inci sayıda yayımlanmıştır.