Üniversiteyi bitiren kişilerin alanlarında uzmanlaşmak ya da akademisyen olmak gibi düşünceleri olduğunda mezuniyet sonrası programlara girmesi ve başarılı olması gerekir. Örgün eğitim kapsamında olmayan çeşitli sertifika ve sürekli eğitim programları bir yana bırakılırsa tıp ve sağlık bilimleri alanında girilecek başlıca programlar yüksek lisans, tıpta uzmanlık ve doktora programlarıdır.
Yüksek lisans programları hem tezli hem de tezsiz olarak yürütülebilen programlardır. Programı tamamlayan kişilerin “master” yaptıkları yani alanlarında “usta” konumuna geldikleri kabul edilir. Ustalık bir tür uzmanlaşma sayılsa da üniversitede öğretim üyesi olmak için yeterli değildir. Üniversitede öğretim üyeliği, akademisyenlik için doktora ya da tıpta uzmanlık eğitimi almak gerekir. Tüm dünyada en önemli akademik ünvan kabul edilen ve PhD ile sembolize edilen doktora, bir kişinin ilgili bilim alanında işin felsefesine hâkim olan bir uzman olduğunun göstergesi olan bir ünvandır. Ülkemizde tıpta uzmanlık programları akademik yükselmeler açısından doktora ile eş değer kabul edilmektedir. Doktora ve tıpta uzmanlık programlarının olmazsa olmazı ise özgün bir bilimsel çalışmaya dayanan tez hazırlamaktır.
Sonuç olarak tez hazırlamak akademisyen olmak amacıyla bilim alanına atılan ilk adım sayılmaktadır.
Tez hazırlama süreci, o alanda bilimsel çalışmalar yapacak olan kişinin özgün bir konuda bilimsel araştırma planlayıp yürütebilme, vardığı sonuçları yorumlayarak tartışabilme ve savunabilme yeteneğini gösteren, başka bir deyişle bilimsel rüştünü ispatlayan önemli bir süreçtir. Bu sürecin düzgün yürütülebilmesi için tez hazırlayacak kişilere “danışman” atanması bir gelenektir. Tez danışmanının görevi sadece yönlendirme ve denetleme olduğundan tezden çıkacak düşünsel ürünler öncelikle tez sahibine aittir. Tez sahibinin danışmanının yönlendirmesi ile teknik konularda başka kişilerden, uzmanlık alanlarından destek alması da normaldir.
Ne var ki bu tür desteklerin giderek artan biçimde “destek” olmaktan çıkıp “tez yazdırma” işine dönüştüğü görülmektedir. İnternet ortamında tez hazırlama, tez yazdırma anahtar sözcükleri ile yapılacak taramalarda on binlerce web adresinin bulunduğu görülmektedir. Bu adreslerle iletişim kurulduğunda tez için veri toplamanın, veri analizlerinin, analiz sonuçlarını yorumlamanın, bulguları raporlamanın, kısacası tezle ilgili her sürecin ayrı bir fiyatının olduğu zengin bir pazarla karşılaşılmaktadır. Son yıllarda yaygın olarak kullanılmaya başlanan yapay zekâ ise bu işi bir adım daha ileriye götürmüş, tez bürolarına ihtiyacı ortadan kaldıracak duruma getirmiştir.
Tezlerin özgün konularda hazırlanması gerekmekle birlikte konusunun belirlenmesi aşamasında danışmanın katkısının olması hatta tez konusu önermesi, belirlemesi normaldir. Ancak, diğer tüm süreçler tez sahibinin kendi bilgisini kullanmasını, bilmediklerini öğrenmesini, merak ettiklerini araştırabilmesini, bulduklarını anlamlandırabilmesini ve savunabilmesini gerektiren önemli adımlar olmak zorundadır.
Bilimsel yöntemle yeni bilgi üretmenin yegâne yolu budur. Bilgi üretme işlevinin anlamı ve sağladığı doyumun tadı ancak bu adımların atılması sırasında anlaşılabilecek ve özümsenebilecektir.
Tez hazırlamak isteyen kişilerin veri toplamak için profesyonel araştırma şirketlerinden, veri analizleri ve raporlaması hatta bilimsel dergilerde yayınlanması için ise profesyonel tez bürolarından yararlanmaları ne yazık ki ülkemizde son yıllarda neredeyse norm hâline gelmiştir.
“Tez hazırlama” kavramı ile taban tabana zıt olan bu tür uygulamalar bilimsel alana ilk adımı atacak olan kişilere nasıl bilimsel çalışma yapılacağını değil de kısa yoldan para karşılığında nasıl ünvan sahibi olunabileceğini öğretmekten başka işe yaramamaktadır.
Nitekim son yıllarda gerek üniversite gerekse akademisyen sayısının artmasına karşın ülkemizin bilim alanında, bilgi üretiminde hayli gerilerde kalmış olmasının başlıca nedeni budur. Bu tür bir süreci izleyerek akademik unvan kazanan, daha sonra doçent, profesör olan kişilerin araştıracakları bir konuya eleştirel ve akılcı yaklaşmasını, derinlemesine inceleme becerilerine sahip olarak yeni buluşlara imza atmalarını beklemek gerçekçi değildir.
Hatta kazanılan bazı akademik ünvanların bile hayali araştırma sonuçlarından üretilmiş sahte yayınlara dayandığı pek çok akademisyenin malumu olmanın ötesinde kendi kişisel gözlem ve tanıklıklarımla sabittir. Böyle bir süreçten geçerek akademisyen olan kişilerin yetiştirecekleri kişiler de olsa olsa kendi benzerleri olacaktır.
Bu durum Anadolu’da çok kullanılan bir ifade ile “başkasının organı ile gerdeğe girmek” benzetmesinden daha vahim, “organsız gerdeğe girmek” türünden bir durumdur. Hâl böyle olunca ortaya ürün çıkmamakta, kazara çıkacak ürünü sahiplenmek ve savunmak da hayli zor olmaktadır. Kişisel düşünceme göre ülkemizin karşı karşıya olduğu en önemli beka sorunlarından birisi budur.