M
315 bin yıl önce Afrika’nın doğusunda tarih sahnesine çıkan insan, Buzul Çağı’nın gerilemesi ile kuzeyde Avrasya’ya, Güneydoğu Asya’ya, Sibirya’ya ve nihayet Bering Boğazı’nı geçerek de Kuzey ve ardından Güney Amerika’ya göç etmişti (1). Tarihte yaşanan çatışmalar büyük göç dalgalarını tetiklemişti. Tarih sonrası dönemde bilinen en büyük göç olan Kavimler Göçü de Çin’in baskısıyla Hunların batıya göç etmesiyle başlamış, bu göç de Germen kavimlerini Kuzey Avrupa’ya göçe zorlamış, bu artçı göçler de Roma İmparatorluğu’nun bölünmesine yol açmıştı. Neticede bu göç günümüz dünyasındaki siyasal yapıları kökten şekillendirmişti (2). Yeryüzünde göç form değiştirerek hâlâ devam etmektedir. Günümüz dünyasında sermayeci (kapitalist) ekonomi paradigması ve küreselleşme ile sermaye, mallar, hizmetler, bilgi, teknoloji ve insan gücü uluslararası dolaşıma girmiş, ülkeler arası siyasi sınırlar korunsa dahi bu boyutlar açısından sınırlar bulanıklaşmış hatta büyük ölçüde kalkmıştır (3). Yapılan araştırmalar bu kontrolsüz dolaşımın refah düzeyi yüksek toplumlar lehine gerçekleştiğine, bu sebeple de dünyadaki refah eşitsizliğinin artabileceğine işaret etmektedir. Bu yönüyle konunun küresel bir sorun olduğu söylenebilir. Sağlık çalışanlarının göçü -popüler söylemle- “sağlıkta beyin göçü” de bu konunun bir alt başlığıdır. Bu olgu, aksiyon alınmadığında küresel bir toplum sağlığı krizine dönüşebilecek potansiyel taşımaktadır.
Bu arka plan bilgisi, göç olgusunun toplumsal yaşamı ve insan sağlığını ne kadar kökten etkileyebileceğine işaret etmektedir. Gerek tarihte gerekse günümüzde ortam koşullarının yaşanamaz hâle gelmesinin ve daha iyi bir hayat arayışının tetiklediği göçün geçici mi, kalıcı mı olduğu önemli bir tartışma konusudur. İnsanlık tarihiyle yaşıt olan göç olgusunun sebepleri, sonuçları, dinamikleri itibarıyla çok boyutlu bir fenomen olduğu söylenebilir. Bu yazıda, sağlıkta beyin göçünün dinamikleri anlaşılmaya çalışılmış, konunun temel kavramları, tartışma boyutları, ahlaki yönü ve diğer pek çok boyutu detaylara girilmeksizin ana hatları itibarıyla incelenmiş, yeni tartışma soruları teklif edilmiştir.
Kavramsal Çerçeve
Beyin göçü (brain drain) kavramı ilk kez, 1950-60’lı yıllarda İngiltere’den ABD ve Kanada’ya bilim insanları ve teknoloji göçünü ifade etmek amacıyla 1962 yılında İngiliz Kraliyet Topluluğu (Royal Society) tarafından kullanılmıştır (4)(5)(6). Beyin göçü, -sermayeci bir söylemle- “insan sermayesinin tek yönlü hareketi” olarak tanımlanabilir (6). Kavram, bir ülkenin/toplumun eğitimli insanlarının refah düzeyi daha yüksek ülkelere / toplumlara göç etmesini ifade etmektedir (7). Bir göç olayı ne zaman “beyin göçü” olarak nitelenebilir diye sorulacak olursa, iki husus öne çıkmaktadır: 1) Göçen kişinin iş gücü açısından eğitimli/ vasıflı/ profesyonel olması 2) Daha iyi bir gelir ve yaşam standartları için göç etmesi. Bu iki boyut varsa beyin göçünden bahsedilebilir. Kavramın İngilizcesinde kullanılan “drain” ifadesi, “boşaltmak, kurutmak, süzmek, tüketmek” gibi anlamlara gelmekte olup kavrama olumsuz bir anlam yüklemektedir. Beyin göçünün göç veren ülke için kayıp olmadığını savunan karşıt görüş ise “beyin kazancı (brain gain)” kavramını ortaya koymuştur. Her iki görüş, yazının ilerleyen kısımlarında tartışılacaktır.
Göçün dinamikleri incelenirken en sık kullanılan yerleşmiş kavramlardan üçü kaynak, geçiş ve hedef ülke kavramlarıdır. Göç veren ülke kaynak, alan ülke ise hedef ülkedir. Bazı ülkeler ise sundukları eğitim fırsatları ile geçiş ülkesi konumundadır. Geçiş ülkesine gelen göçmenler eğitimlerini tamamladıktan sonra hedef ülkelere göçmeye devam etmektedir.
Günümüzdeki sermayeci ekonomi paradigmasında insan ve emek ekonomik büyümenin bir girdisidir. Bu ekosistemde insan “beşeri sermaye”nin temel bileşenidir. İnsanı ekonomik bir girdi olarak konumlandırınca insana değer biçmek de kaçınılmaz hâl almaktadır. Bu durum ise insanın vasıf düzeyine, yani vasfı ile üretebildiği ekonomik değere tekabül etmektedir. Ortada bir sermaye varsa pazar da olacağından, “iş gücü piyasaları (labor market)” kavramı da öne çıkmakta, bu piyasalarda insan emeği alınıp satılmakta, insanlar vasıflarına göre sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflar ülkeler arası göçmen kabul protokollerinde göçmenlerin filtrelenmesinde belirleyicidir.
Ülke dışına göç eden insanların dışarıda oluşturdukları topluluklar “diaspora ağları” kavramıyla karşılanmaktadır (6). Diaspora ağları, bir ülkenin sınır ötesindeki uydu şehri olarak düşünülebilir. Diaspora ağlarının kaynak ülkenin kalkınmasına nasıl katkı sağlayabileceği, beyin göçünden nasıl kazanç elde edilebileceği temel tartışmalar arasındadır.
Göçün sebepleri incelenirken öne çıkan iki kavram kaynak ülkedeki insan gücünü diğer ülkelere “iten faktörler”, ve hedef ülkedeki cazibe oluşturan “çeken faktörler”dir. Bir ülkedeki beyin göçünün durumu incelenecekse öncelikle iten ve çeken faktörlerin tespit edilmesi gereklidir. Bu faktörleri araştıran pek çok çalışma genel bir faktörler listesi sunsa da her ülkenin kendine özgü iten ve çeken faktörleri de vardır. Ülkeye özgü “hassas (precision)” göç analizi için her ülkenin kendi faktörlerini tespit edip önceliklendirmesi önemlidir. Yapılan çalışmalar iten faktörler listesinin çeken faktörler listesinden daha kabarık olduğunu göstermektedir (8).
Konunun önemli kavramlarından “göç koridoru” ifadesi, ülkeler arası transfer edilen “para koridoru” kavramından mülhem bir kavram olup A ve B bölgeleri arasındaki göçü ifade etmektedir (9). Göçmen hayvanların göç yolları için de bu kavram kullanılmaktadır.
Konunun Önemi
BM Genel Kurulu, 2015 yılında, dünyadaki insan göçünü Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri 2030 gündemlerinden biri olarak kabul etmiş, bu konuda kaynak, geçiş ve hedef ülkelerin çıkarlarını birlikte gözeten mekanizmaların kurulması için hedefler belirlemiştir (10). 2017 yılında da OECD, ILO ve DSÖ iş birliği ile kurulan Uluslararası Sağlık Çalışanı Hareketliliği Platformu konuya dair küresel politikaların ve temel ilkelerin belirlenmesi için çalışmaktadır (10).
Dünya üzerinde insanların göç ettiği tespit edilmiş 40.000 (kırk bin) göç koridoru bulunmaktadır. Bunların 300 tanesi (tüm koridorların %1’i) ise tüm göçmen stokunun %75’ini kapsamaktadır. Dünyadaki en büyük göç koridoru Meksika – ABD koridorudur (11). İnsan göçünün ana yollarına bakıldığında göçün dünyanın güneyinden kuzeyine, doğudan batıya, düşük gelirli ülkelerden yüksek gelirlilere, Orta Asya’dan Rusya’ya, Orta Doğu ve Doğu Avrupa’dan Batı Avrupa’ya, Avrupa ve Orta Asya’dan ABD’ye, OECD dışından OECD ülkelerine, nüfusu genç ülkelerden yaşlı ülkelere doğru gerçekleştiği görülmektedir (10). Bu koridorlar haricinde Güney Amerika, Afrika ve Çin arasında da koridorlar mevcuttur (12). Göç aynı zamanda ülke ve bölge içinde de gerçekleşmektedir. Ülke içindeki göçlerin yönü sosyoekonomik düzeyi düşük bölgelerden yüksek bölgelere, kırsaldan şehre doğrudur. Bölge içindeki göçlere AB’ye katılan Polonya’dan Almanya’ya, Romanya’dan İtalya’ya oluşan göç koridorları örnek verilebilir.
Küresel göç stoku 2017 yılı için 250 milyon insandır. Bu rakam Türkiye nüfusunun üç katına denktir. 1960’lardan bugüne göç yoğunluğu logaritmik artmaktadır. 1960 yılındaki toplam göç hacmi (yaklaşık 60 milyon) 2017 yılında üç katlık artış göstermiştir. Bununla birlikte dünya nüfusuna oranlandığında göçmen oranında büyük bir değişme görülmemektedir. 1960’tan itibaren küresel nüfusta göçmen oranı %2,5-3,5 bandında seyretmiştir (11).
Küre üzerindeki göç, birkaç bölgede yoğunlaşmaktadır. Küresel göç stokunun üçte ikisi (2017 için yaklaşık 160 milyon kişi) Kuzey Amerika, Batı ve Doğu Avrupa ve Basra Körfezi’ndeki petrol ihraç eden ülkelerde yaşamaktadır. ABD tek başına, yüksek öğrenim görmüş göçmenlerin üçte birini barındırmaktadır.
Küresel göç içinde yüksek vasıflı göçmenler arasında en büyük grubu sağlık çalışanları oluşturmaktadır (13). Doktorların göçü incelendiğinde, özellikle 2000 yılından sonra doktor göçünde kayda değer bir artış görülmektedir (13). Son 10 yılda OECD ülkelerindeki göçmen doktor ve hemşire sayısı %60 artmıştır ve bu artış devam etmektedir (14). Sağlık çalışanı göçünün bir sonucu olarak OECD ülkelerinde bin kişi başına düşen doktor oranı 2000 yılında 2,7 iken 2018’de bu oran 3,5’e yükselmiştir (12). OECD bölgesindeki göçmen doktorların üçte ikisi orta ve düşük gelirli ülkelerden gelmekte, üçte biri ise OECD ülkeleri içinde göç etmektedir. OECD ülkelerinin yabancı doktor oranı 2016 yılında %1,2 (Slovakya) ile %55 (Lüksemburg) arasında değişmektedir. En fazla yabancı doktor çalıştıran beş ülke Lüksemburg (%55), Avustralya (%53), İsrail (%48), İsviçre (%47) ve Kanada (%38)’dır (12). Barındırdığı yabancı doktorlar içinde düşük ve orta gelirli ülkelerden gelen doktor oranının en fazla olduğu üç ülke İngiltere (%62), İrlanda (%51) ve ABD (%42)’dir (12). Yani bu üç ülke için düşük ve orta gelirli ülkeler önemli bir doktor kaynağıdır. ABD’deki tüm hemşirelerin %40’ı ABD dışında doğan kişilerdir (15). Kenya’da doktorların %50’si ülke dışındadır ve Kenya’da yüz bin kişi başına düşen doktor sayısı 20 iken ABD’de bu oran 270’tir. Kaynak ülkelerden (diğer) OECD ülkelerine göçen doktor sayıları incelendiğinde ülkelerin büyük çoğunluğunun toplam doktor sayılarının en fazla %10’u kadar göç verdiği görülmektedir.
Arz talep açısından bakıldığında DSÖ tahminine göre küresel planda 17,4 milyon sağlık çalışanı açığı bulunmaktadır. Avrupa toplumlarında ise sağlık insan gücü ihtiyacındaki artış nüfus artış hızının iki katına yaklaşmıştır, arz ve talep arasındaki uçurum hızla artmaktadır. Bu ihtiyacın ve dolayısıyla tetiklediği göçün temelinde ise toplumların demografik dönüşümü önemli belirleyicilerden biridir (11). Avrupa’da bebek patlaması kuşağındaki hekimlerin artık emekli olması, demografik dönüşümle gelişmiş toplumların yaşlanması artan hizmet ihtiyacı ve konfor talebi sağlık çalışanlarına olan talebin gelişmiş ülkelerde patlayıcı artışına sebep olmaktadır. Bu ülkeler, “demografik uçurumun kıyısındaki ülkeler” olarak görülmektedir (16). ABD’nin ve İngiltere’nin sağlık çalışanı açığı hızla artmakta, bu ülkeler özellikle hemşire açığını kapatmak için küresel hemşire ihracatçısı konumuna gelmiş olan Filipinler’e gözlerini çevirmiştir. Ancak bu yoğun talep, Filipinler’in kendi sağlık sistemini de tehdit etmektedir (17). Bu veriler, küresel eşitsizlikler alanına sağlıkta insan gücü dağılımı eşitsizliğinin de eklendiğine işaret etmektedir.
Türkiye’nin verdiği göç ana hatlarıyla incelendiğinde Dünya Bankası (DB) 2017 istatistiklerine göre Batı Balkanlar ve Türkiye’den giden toplam 7,8 milyonluk göç stokunun 5,2 milyonu Batı, Güney ve Kuzey Avrupa ülkelerinde yaşamaktadır. Türkiye’den göç edenlerin büyük çoğunluğu Almanya, Avusturya ve Hollanda’ya gitmektedir (11). Türkiye’de eğitim görüp diğer OECD ülkelerinde çalışan Türkiye vatandaşı doktor sayısı 2017 yılında toplam doktor sayısının %2’sidir (tahmini 3.420 doktor). Son yıllarda hekimlerin yurt dışına gidiş eğiliminde artışa işaret eden Türk Tabipleri Birliği (TTB) istatistikleri, 2020 yılında 947, 2021 yılında 1405 hekimin göçtüğünü, 2022 yılındaki göçün iki bini aşacağını ifade etmektedir (18). Ancak bu rakamlar TTB’den alınan “iyi hâl belgesi” istatistikleri olup bu belgeyi alanların ne kadarının göçtüğü bilinmemektedir. Ek olarak, Sağlık Bakanlığı da bu belgeyi verebilmektedir ancak bu konuda açık veri mevcut değildir. Bu rakamlar, yurt dışındaki Türkiye vatandaşı hekim sayısının 10.000’e (%5,8) yaklaşmış olabileceğine işaret etmektedir. Uzmanlık eğitimi devam eden doktorların yurt dışına gitme konusundaki tutumlarını inceleyen kesitsel bir çalışma Ankara’daki 161 asistan hekimin yarısının yurt dışında çalışma niyeti olduğuna işaret etmektedir (19). Bu tutuma sahip kişilerin ne kadarının girişimde bulunacağı, girişimde bulunanların ne kadar göçeceği de net olarak bilinmemektedir.
Beyin göçü, bilimsel literatürde de hacmi hızlı artan gündemler arasındadır. 2005-2009 yılları arasında konuya dair yazılan makale sayısı, önceki 15 yıldaki yayın sayısının iki katıdır (5). Factiva’nın istatistiklerine göre beyin göçü konusunda yılda yayınlanan haber sayısı beş bindir (5). Web of Science ve Scopus veri tabanlarında “brain drain” anahtar kelimesine sahip makale sayısı 2022 Ağustos ayında üç bin civarındadır ve yılda yaklaşık 300 makale literatüre girmektedir (20). Bu bulgular, konu hacminin literatürde giderek arttığına, beyin göçünün müstakil bir çalışma alanı haline geldiğine işaret etmektedir.
Göçün Belirleyicileri
Küresel göçün ana hatları tarihteki göçlerden pek farklı değildir. Çatışmalar, doğal afetler ve ekonomik refah arayışı hâlihazırdaki göçün en büyük belirleyicileridir. Dünya Bankası raporuna göre göç üç yolla gerçekleşmektedir: 1) Yasal göç (Ekonomik göç, insanî göç, mülteci aileleri göçü) 2) Kaçak göç 3) İnsan kaçakçılığı veya gönülsüz göç (11). Beyin göçü yasal göçler içindeki ekonomik göç alt başlığına girmektedir. Göç için doğrudan ve dolaylı pek çok iten faktör mevcuttur ve bu konu literatürde iyi çalışılmış durumdadır. DB raporuna göre toplumda açık bir sivil çatışma olmasa dahi saklı bir toplumsal gerilimin varlığı, kamu hizmetlerine yeterince ulaşamama, siyasi özgürlük ve haklar açısından kendini güvensiz hissetme veya fiziksel tehdit altında kalma göç eğilimlerini arttırmaktadır (11).
Yapılan araştırmalara göre sağlıkta beyin göçü açısından hedef ülkelerdeki temel çeken faktörler, 1) yüksek istihdam 2) yüksek ücret 3) yaşlı nüfusun artışından kaynaklı hizmet ihtiyacındaki artış 4) gelişmiş tıbbi teknolojinin varlığıdır. Araştırmalar, Afrikalı göçmen doktorların temel motivasyonunun yüksek ücret ve istihdam, Orta ve Doğu Avrupa’dan göçenlerin motivasyonunun gelişmiş tıbbi teknolojiler, Asya’dan göç edenlerin motivasyonunun ise daha iyi bir eğitim sistemi olduğunu göstermektedir (13).
Beyin göçünde bu vasıflı insan kaynağının hangi ülkeyi seçeceği de önem kazanmaktadır. Yapılan araştırmalar kişi başına düşen millî gelirde iki bin dolarlık artışın bir ülkenin göçmenler tarafından hedef seçilme olasılığını %10 artırdığını göstermektedir (11). Bu ilişkinin yapısı doğrusal mı yoksa logaritmik mi henüz meçhul. Bu ilişki sağlık ekonomisindeki arz ve talebin fiyat esnekliği kavramlarını çağrıştırmaktadır. Buradan hareketle “beyin göçünün ücret esnekliği”nden de bahsetmek mümkündür. Yani hedef ülkedeki kişi başı gelir artışının veya kaynak ülkedeki gelir azalışının göçe ne kadar etki ettiği mevcut durum ve gelecek tahminleri için nitelikli bir tahmin aracı olabilir.
Eğitim de önemli bir çeken faktör konumundadır. Gelişmiş ülkelerde eğitim görmüş kişiler büyük çoğunlukla eğitim aldıkları gelişmiş ülkede kalmaktadır (17).
Beyin Göçünde Temel Tartışmalar
Gelişmiş ülkeler gerek ekonomik büyüme gerekse demografik dönüşüm sebebiyle üretim ve hizmet sektörlerinde istihdam edilmek üzere genç insan kaynağına ihtiyaç duymaktadır. Buna karşın gelişmemiş ülkelerdeki büyüme hızı daha düşük ve hizmet talebi ise daha azdır. Bu durumda gelişmiş ülkelerde para, gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerde ise genç nüfus fazladır. Bu değiş tokuşun gerçekleşebilmesi seçilimli bir göç ile mümkün hâle gelmektedir. Bu durumda oldukça seçici şekilde göç alan gelişmiş ülkeler beyin göçü kavramını olumlama eğiliminde iken, göç veren ülkeler ise olumsuzlama eğilimindedir. Küresel göçün içinde en büyük hacme ve değere sahip sağlıkta beyin göçü ise gelişmiş ülkeler açısından büyük fırsatlar barındırdığı gibi kaynak ülkelerin sağlık sistemleri için yıkıcı tehditler içermektedir. Yani tartışılan fenomen -teknik bir ifadeyle- hem küresel kamusal mal hem küresel kamusal sorun boyutlarına sahiptir.
Beyin göçü & beyin kazancı tartışması: Konuya dair meşhur tartışmalardan biri, beyin göçünün kaynak ülke için bir kayıp mı yoksa kazanç mı olduğudur. “Beyin kazancı” görüşüne göre göç veren ülke, gelecekteki olası insan kaynağı kıtlığı kaygısıyla eğitime daha çok yatırım yapmakta, bu da eğitim kalitesini ve hacmini artırmakta, mezun olan herkes göç etmeyeceğinden ülke insan kaynağı kazanmaktadır (5). Bu konuda her iki görüşü destekleyen tikel örnekler mevcut olmakla birlikte bize göre bu görüş ampirik çalışmalarla ve sistematik derlemelerle gösterilmediği sürece kayba uğrayan kaynak ülkeyi teselli etmeye, gönül almaya yönelik gözükmektedir. Diğer taraftan beyin göçünün kayıp veya kazanç olarak nitelenmesinde keskin sınırlar bulmak zordur. Konunun her ülkenin kendi dinamikleri açısından ele alınması gereklidir. Örneğin şu sorular sorulabilir: Bir ülkenin büyüme hızı yavaş ise, o ülkedeki yetenekli nüfusun göç etmeyip göz göre göre eğitimsiz veya işsiz kalması akılcı mıdır? Diğer taraftan, kalkınma çabasındaki bir toplum vasıflı ve çok kısıtlı insan kaynağını kaybederse bu durum ülkenin kalkınmasını da yavaşlatabileceğinden bir kısır döngü oluşmuş olmaz mı? Tam da bu noktada ilginç bir anekdot paylaşmak isteriz: İngiliz Kraliyet Topluluğunun 1962 tarihli raporuna göre Lordlar Kamarası’nda konuşan Bilim Bakanı Lord Hailsham, İngiltere’den ABD’ye gerçekleşen bilim insanı göçünün ABD’li yetenek avcılarının marifetiyle gerçekleştiği, İngiltere’nin en seçkin beyinlerinin kaybedildiği, ABD’nin bu tutumunun paraziter nitelik taşıdığı şeklinde oldukça net ve sert ifadelerle konuyu ele almakta, beyin göçünü açık bir kayıp olarak sunmaktadır. Bunun önüne geçmenin en makul yolu olarak ise İngiltere’nin bilim insanları için cazip hâle gelecek düzeyde kalkındırılmasıdır. İngiltere’nin 20. yüzyıldan kalan zamanının bu kalkınma için harcanarak 21. yüzyıla hazırlanılması gerektiği ilgili raporda vurgulanmaktadır (4). Günümüzde ise İngiltere, Avrupa içinden ve dışından en seçkin beyinlerin göç ettiği hedef ülke durumundadır.
OECD raporunda düşük ve orta gelir grubundaki ülkelerin sağlık çalışanı ihtiyacının, göçen vasıflı çalışan sayısından oldukça fazla olduğu, beyin göçünün kaynak ülkedeki sağlık çalışanı eksikliğinin temel sebebi olamayacağı savunulmaktadır. Rapora göre başka ülkeye göç etmiş doktorlar kendi ülkelerine geri dönse, bunun kaynak ülkedeki bin kişi başına düşen doktor sayılarını çok az etkilediği argümanı sunulmaktadır. Bu argümanlar, beyin göçü üzerinden hedef ülkelerin töhmet altında bırakılamayacağını savunmaktadır. Bu savunma, herkesten birer lira toplayarak zenginleşen birinin “bir liraları geri verdiğinde kimsenin zengin olmayacağı” argümanıyla kendini savunmasına benzemektedir. Pek çok ülkeden birkaç hedef ülkeye akan vasıflı çalışanların hedef ülkelerde kişi başına düşen doktor sayısını ne kadar artırdığı, dolayısıyla hedef ülkenin bundan ne kadar çıkar sağladığı da tartışılmalıdır.
Dünyada pek çok sektörde vasıflı insan gücü açığı vardır ancak sağlık sektörü ikame edilemezlik, ertelenemezlik vb. sağlığa özgü boyutları açısından insan gücü açığının en fazla hissedildiği sektörlerden biridir (13). Sağlık insan gücü, sağlık hizmetlerinin etkili ve verimli sunumunda kader belirleyicidir. Gelişmiş ülkelerde yaşlanan nüfusla birlikte sağlık hizmet ihtiyacı hızla artmaktayken gelişmekte olan ülkeler demografik dönüşümün daha erken safhalarında olduklarından genç nüfusa sahiptir. Bu durumda küresel planda göçün önlenmesi hizmet ihtiyacı içindeki gelişmiş toplumlar için bir kriz doğurabileceği gibi göçün teşviki de kalkınmakta olan ülkelerin kendi kendilerine zaten zor yeten sağlık insan gücünün daha da azalmasına ve sağlık sistemlerinin çökmesine sebep olma riski taşımaktadır (15). Bu durumda göç alan ve veren ülkeler arasında üçüncü bir kurumun bu göçte küresel ve kamusal menfaatleri her iki taraf lehine düzenlemesi kritik bir sorumluluktur. Göçün varlığı da yokluğu da farklı açılardan toplum sağlığı krizlerine sebep olma potansiyeli taşımaktadır. Bu noktada DSÖ, ILO, OECD, Dünya Bankası kendi çalışmalarını yürütmektedir ancak bu kuruluşların mevcut durumu ne kadar adil ve ahlaki temellere uygun yöneteceklerinden, mevcut kaynakları tek taraflı olarak gelişmiş ülkeler lehine kullanmayacaklarından emin olunması gerekmektedir. Bu noktada her ülkenin kendi denetleme mekanizmasını kurması veya çıkarları çatışan taraflardan temsilciler içeren denetleme komisyonlarının oluşturulması bir denetleme imkânı sağlayabilir.
OECD raporu, COVID-19 pandemisinde oluşan kriz durumunda göçmen doktorların OECD ülkelerine çok büyük katkılar sağladığını vurgulamaktadır (12). Ancak OECD’ye yapılan bu katkı aynı zamanda bu doktorların kendi ülkesine “sunamadığı” katkı anlamına gelmektedir. Yani ortada yoktan bir katkı türememekte, OECD dışındaki ülkelerin kullanabileceği katkı, OECD ülkelerinde ve AB’de göçmen sağlık çalışanlarının çalışma vizelerine uzatma ve kolaylıklar sağlayan regülasyonlar sayesinde OECD ülkelerine kaymıştır. Bu durumun kimin için kâr, kimin için ne düzeyde zarar olduğu tartışılmalıdır.
Diaspora Ağları
Göç veren ülkelerin diaspora ağlarından kendi kalkınmaları lehine yararlanıp yararlanmadıkları da bir tartışma konusudur. Örneğin, Çin, Kolombiya ve Afrika ülkeleri diaspora ağındaki vatandaşlarının fiziksel olarak ülkeye geri dönmesine gerek kalmayacak şekilde bu ağdaki bilgi ve uzmanlıktan istifade etmekte, mevcut kaybı kazanca çevirebilmektedir. Benzer şekilde Hindistan, Filipinler, Romanya gibi ülkeler ise durumu fırsata çevirebilmiş, diaspora ağlarını kaynak ülkeye gelir sağlayan bir yatırım olarak görmeye başlamışlardır. Türkiye için yapılan bir doktora çalışmasında ülkemizin kendi diaspora ağından yararlanamadığı sonucuna varılmaktadır. Araştırmada yurt dışındaki vasıflı insan gücünün sadece %26,4’ünün Türkiye’deki araştırmalara katıldığı, geri kalan %73,5’in ise katılmadığı gösterilmiştir. Aynı çalışmada diaspora ağındaki bilim insanlarımızın devletten yeterli ilgiyi görmediklerine dair algıya sahip oldukları, diaspora ağı yöneticilerinin de bu noktada gereken sorumluluğu üstlenmediği belirtilmektedir (6). 70’li yıllarda TÜBİTAK ve UNDP arasında “Teknolojinin Türkiye’ye Yeniden Transferi” programı uygulanmış, 90’lı yıllara kadar yurt dışındaki vasıflı insan gücünün Türkiye Yüksek Öğretim Kurumlarına katkı sağlaması hedeflenmişse de yararlanılan uzman sayısı oldukça düşük düzeylerdedir. Diaspora ağlarında oluşan öğrenci/araştırma ağları da bir taraftan göç eden insanlara hayata tutunma imkânı sağlarken diğer taraftan bu imkânın varlığı göç için bir teşvik de oluşturmaktadır. Yurt dışı bursları ve imkânları ile pek çok öğrenci kendi ülkesinde hizmet verme hayalinden uzaklaşmaktadır.
Çıkar Çatışmaları
Dünya ekonomik sistemini domine eden neoliberal ekonomi politikalarının yan etkileri de hayatın her alanına yansımaktadır. Küreselleşme gelişmiş ülkeler için büyümenin gerektirdiği tüm girdileri gelişmemiş ülkelerden ucuza sağlamanın kapılarını açmış olmakla birlikte gelişmemiş ülkelerin de gelişmiş ülkelerin hayatı kolaylaştıran standartlarından, keşif ve icatlarından faydalanmasını sağlamıştır. Ancak buradaki simbiyotik döngüde gelişmemiş ülkeler gelişmiş ülkelere bağımlı bir yaşam formu pozisyonundadır. Bu bağlamda küreselleşmenin nimetlerinden gelişmiş ülkelerin aslan payını aldığı söylenebilir. Göç, liberal göç politikalarının uygulandığı az sayıda yüksek gelirli ülkelerde kümelenmektedir (11). Kaynak ülkeler bu noktada birer ham madde kaynağı durumundadır. Sermayeci ekonomide pek çok ticari üretim zincirinde olduğu gibi beyin göçü de ucuza temin edilen bir ham madde ticareti durumundadır.
Neoliberal politikalar küresel planda bir kalkınma sağlamış olmakla birlikte hem ülkeler arasında hem de ülke içinde derin eşitsizlikler de doğurmuştur. Bu eşitsizlikler gelişmiş ülkelerin kendi içlerinde dahi görülmektedir. Diğer yandan, gelişmemiş ülkeler birer ham madde kaynağı olduğundan, beşerî sermayenin gelişmiş ülkelerin işine yarayacak düzeyde eğitilmesi de bir zorunluluktur. Bu noktada “sürdürülebilir kalkınma” kavramı önemli bir anlam taşımaktadır. Buradaki sürdürülebilirlik, gelişmiş ülkenin gereksinimlerinin karşılanması bağlamında bir sürdürülebilirliğe işaret etmekte, ham madde kaynağı ülkelerin kalkınması dahi bu amaca matuf sağlanmaktadır.
Beyin göçü konusunda hedef ve kaynak ülkeler açısından pek çok çıkar denklemine rastlanmaktadır. Önde gelen uluslararası kuruluşlar, hedef ülkenin bu göçten kazanç sağlayıp sağlamadığını pek tartışmamaktadır, nitekim ibrenin kazanç tarafında durduğu konusunda mutabakat vardır. DB’ye göre hedef ülkelerin bu kazancı daha da artırabilmesi için göçmen stoku içinden kendi piyasa koşullarına uygun insan kaynağını iyi ayıklaması gerekmektedir. Bir hedef ülke için göçmen çalışanların nihaî verimi, hedef ülkeye dil, teknik beceri, sosyal uyum açısından tam adapte olduklarında gerçekleşir (11). Yani verimi artırmanın en önemli yollarından biri olarak göçmen kitlenin kültürel ve sosyal adaptasyonunun sağlanması teklif edilmektedir ki bize göre bu durum, kültürel asimilasyon açısından tartışılmalıdır. Bu denklemde göçmenler hedef ülkenin çıkarları lehine kültürel bir dönüşüme zorlanmış olmaktadır.
Vasıflı insanların eğitim maliyetleri kaynak ülke üzerine bırakıldığında bu ülkenin eğitime yatırım yapma motivasyonunu kırabilir. Sigorta sistemlerindeki ahlaki tehlikenin bir benzeri yaşanabilir. Bu durumda kaynak ülke ve hedef ülke arasında geri ödeme veya göçmenlerin kendi ülkelerinde mecburi hizmet yapması, eğitim masraflarının geri ödenmesi ve kişinin bu şartla göçmesi gibi teklifler tartışılmaktadır (11)(17). Ancak burada ihmal edilmiş bazı sorunlara dikkat çekmek istiyoruz. Ülkemizin dahil olduğu medeniyet havzasında insana paha biçmek abesle iştigaldir ancak konu sermayeci dinamikler çerçevesinde tartışılacaksa da kâr zarar hesabının doğru yapılması gerekmektedir. Vasıflı insanın değeri belirlenirken sadece eğitimin bedelini hesaba katmak eksik bir hesaptır ve hedef ülke lehinedir. Neticede göçen insandır ve vasfından bağımsız olarak topluma yararlı -hiç olmazsa zararsız- bir insanı yetiştirmek çok maliyetlidir. Hedef ülke bu kaynağı bedelsiz kazanmaktadır. İnsana ve emeğe değer biçilecekse dahi çağdaş ekonomik değerleme yöntemleri bunu hakkıyla yapmak için yeterince gelişmiş durumdadır ve kullanılabilir. Bir meyve ağacının değeri hesaplanırken sadece üretim maliyetleri değil gelecekte vereceği meyvenin değeri de toplam değere eklenir. Vasıflı göçmen en verimli zamanındayken sadece eğitim masrafını kaynak ülkeye ödeyip hesabı kapatmak isteyen sermayeci ekonomi serbest emek pazarında vasıflı insanı ham madde fiyatına satın almaktadır. En azından vasıflı göçmenin hedef ülkeye kazandırdığı ekonominin kaynak ülke ile sürekli olarak paylaşılması, yani bir anlamda vasıflı insanın kiralanması, eğer tamamen satın alınacaksa da eksik ve taraflı hesabın düzeltilmesi, kaynak ülkeye hakkının teslim edilmesi gerekmektedir.
İstihdam, ayrımcılık ve damgalanma açısından da ilginç bir denklem söz konusudur. Hedef ülkelerde göç, kısa vadede işsizliğe sebep olmakta, çalışan ücretlerini düşürmektedir. Ülke dışından gelen göç, hedef ülkede yerel toplumu iç göçe zorlamaktadır. Bu durum toplumsal ayrımcılıkları da tetiklemektedir. Diğer tarafta ise göçmenler kendi ülkelerinde ülkeyi terk etmekle ve hatta ihanetle suçlanmaktadır. Bu durumda göçmen hem kaynak ülke hem hedef ülke açısından baskı altında kalabilmektedir.
Konuya dair dikkat çekmek istediğimiz bir husus ise beyin göçü konusundaki referans dokümanların konuyu ağırlıklı olarak rakamlar ve oranlar üzerinden ele almasıdır. OECD ve DB raporları, göçü ham rakamlar ve oranlar üzerinden okumaktadır. Örneğin, bir ülkenin göç etmiş hekimlerini toplamın yüzdesi olarak sunmakta, aslında mevcut göçün hedef ülkeleri sorumluluk altında bırakacak kadar büyük bir hacimde olmadığı savunulmaktadır. Halbuki burada göçen kesim, nitelik olarak kaynak ülkede kalan kesimden çok daha yüksek niteliğe sahip bir kesimdir. Bir araştırmada göçen toplum içinde yüksek öğretime sahip olanların sayısının temel eğitim alanların 7,3 katı olduğu ifade edilmektedir (5). Ancak bu referans dokümanlarda göçen insanla geride kalan insanın aynı vasıf düzeyinde olduğu varsayılmaktadır. Bu açıdan, göçün kaynak ülke için negatif etkisi sunulan yüzdelerden çok daha fazladır.
Konunun bir ulusal güvenlik açığı boyutu var mıdır diye de sormak istiyoruz. Sıcak savaşlara aşina olan insanlık 20.yy’da soğuk savaşı da tecrübe etmişti. Şimdilerde ise ekonomide ABD dolarının bir silah olarak kullanılması, ABD’nin Çin’i cezalandırmak için ticari firmaları hedef alması, ülkeler adına ticari firmaların birbirleriyle çatışmaları (Google&Huawei) henüz adını koymadığımız ancak müstakil dinamiklere sahip ve hâlihazırda sürmekte olan bir savaşa işaret ediyor. Bu yeni soğuk savaşta gelişmiş bir ülkenin kapılarını karşı ülkenin sağlık çalışanlarına açmasıyla karşı ülkeyi zor durumda bırakması, bu durumu bir silah olarak kullanması olasıdır. Ayrıca Polonya ve Romanya’nın AB’ye dahil olmasını müteakip Almanya ve İtalya’ya göç vermelerine benzer şekilde Türkiye’nin AB’ye dahil olması durumunda ne büyüklükte ne kadar süre içinde ve hangi ülkelere göç vereceği, bundan nasıl etkileneceği, bu ani beşerî sermaye kaybı veya dalgalanmasına karşı hazırlıklı olup olmadığı ulusal güvenlik açısından stratejik öneme sahip konulardır.
Beyin Göçü ve Etik
DSÖ, vasıflı sağlık insan gücünden hedef ve kaynak ülkelerin birlikte faydalanabilmesi adına bir referans doküman yayınlamıştır. Bu dokümanda insan sermayesinden etik ilkeler çerçevesinde faydalanılması önerilmektedir. Örneğin DSÖ’ye göre vasıflı göçmen stokunun potansiyel değeri kaynak ve hedef ülkeler arasında adil paylaşılmalı veya bu insan sermayesi dönüşümlü kullanılmalıdır. Ancak bu dönüşümlü kullanımda vasıflı kişinin vasfının kaynak ülke tarafından ne kadar etkin kullanılacağı meçhuldür. Bu sebeple buradaki faydalanma mekanizmasının da adil şekilde kurulması gerekmektedir. Ayrıca insanların kendi memleketlerinde zorla çalışmak durumuna düşürülmesi de ahlaki açıdan irdelenmelidir.
Birkaç değişken üzerinden değerleme yaparak insan sermayesini “ucuza getirme” eğilimi de ahlaki açıdan mütalaa edilmelidir. Ayrıca insanı ve emeği bir meta olarak ele alan bu hesap kitabın ne kadar ahlaki olduğu da tartışmayı hak etmektedir.
İnsan hayatının ağırlıklı olarak ekonomik büyüme ve sürdürülebilirlik çerçevesinde tartışıldığı, tüm bireylerin de bu sınırsız ekonomik büyümeye katkı sunmaya zorlandığı bir dünyada diaspora ağlarını bir kâr kalemi olarak görmek ne kadar ahlakidir? Hayatın ekonomik dinamiklerle temellendirilmesi durumunda insanı daha da metalaştırarak “beyin ihracatı/ithalatı” kavramları ve daha nice kavram öne sürülebilir ancak insanı ekonomik büyümenin bir girdisi olarak görme konusunda her ülke/kültür/medeniyet mutabık mıdır? Kendi kalkınmasına odaklanmayıp ham madde niyetine insan ihraç etmeye teşvik edilen gelişmemiş bir ülkenin vatandaşlarının kendi doğdukları topraklardan ayrılmaları ve gurbette yaşamaya zorlanmaları insan haklarına uygun mudur?
Eşitsizlik ve ayrımcılık beyin göçünün önemli bir bileşenidir. Göçmenlerle ev sahibi toplumun eşit özlük haklarına sahip olması önerilmektedir. Yereldeki iş verenlerin göçmenleri istismar etmemesi için denetimin önemine vurgu yapılmakta hem DSÖ hem ILO bu konuda güçlü çağrılar yapmaktadır. Bu güçlü çağrılar, sahada bu eşitsizliğin yaşandığına da işaret etmektedir.
Kaynak ülkelerin insan kaynağını korumak adına vasıflı insanların seyahat özgürlüğünü, yurt dışına çıkışını veya çalışmasını kısıtlaması, temel insan hakları bağlamında tartışılmakta, kaynak ülkeler bu bağlamda bir ikilem yaşamakta, vasıflı bireylerin otonomisi ile kaynak toplumun çıkarları çatışmaktadır. Kırsal bölgelerdeki ihtiyaç ile vasıflı insan gücünün isteksizliği de benzer bir ikilemdir. Tamamen kişisel isteklere bırakıldığında vasıflı insan gücünün dengesiz dağılımı söz konusu olabilmektedir. DSÖ bu otonominin kısıtlanmaması gerektiğini ifade etmekte ancak asgari sağlık hizmeti kapasitesinin de korunmasını salık vermektedir.
Uluslararası toplum, göçün maliyetini birlikte karşılamakta pek hevesli değildir. Vasıflı insana ihtiyacı olan ülkeler göç hareketlerini kontrol ederken göçmenleri seçerek alma eğilimindedirler. Tabir-i diğerle, en azından maliyetini karşılayacak insanlar bu ülkelere göçebilmektedir. Düşük vasıflı, “göç fazlası” insanlar ise kendi haline bırakılmakta, küresel sorumluluk paylaşılmamaktadır. Bu durumda insana araçsal değil özsel bir değer anlayışıyla bakan medeniyet havzalarındaki ülkeler ise mağdur göçmenlere ev sahipliği yaparak dezavantajlı duruma düşmektedir. Suriye savaşında yaşanan göç, pek çok gelişmiş ülkenin bu örtülü tavrını daha da görünür kılmıştır. Suriyeli mültecilerin büyük çoğunluğuna Türkiye ev sahipliği yapmış ancak bu konuda tarihî bir yalnızlık yaşamıştır.
DSÖ, ILO, OECD kuruluşlarının konuya dair referans dokümanlarında çağrı yapılan ilkeler, aynı zamanda hâlihazırdaki gayr-ı ahlaki piyasa koşullarını da ele vermektedir. Örneğin, DSÖ dokümanı, hedef ülkelerin kaynak ülkelerdeki sağlık sisteminde çalışan doktorları ayartmamalarını salık vermektedir. Yine hedef ülkelere göçmenlere eşit davranmalarını, özlük haklarını korumalarını telkin etmekte, adeta bu ucuz kaynağa karşı aç gözlü ve sorumsuz davranmamalarını önermektedir. Kaynak ülkelere kalkınma desteği sunarak bu faydalanımı “sürdürülebilir” şekilde yürütmeleri önerilmektedir. Özetle işin özünde kimse gelişmemiş bir ülkenin kalkınması ile özsel olarak, yani insani bir sorumluluk duygusuyla ilgilenmemekte, konuya araçsal yaklaşmakta, kendi çıkarları lehine kalkınma desteği sunmaktadır. Diğer taraftan, DSÖ’nün her ülkenin kendi sağlık personeli ihtiyaçlarını kendi insan kaynaklarıyla gidermesi için çağrı yapması, diğer kuruluşlara nazaran konuyu daha insani şekilde ele aldığına da işaret etmektedir.
Sonuç
Dünya Bankası’na göre ne sebeple olursa olsun, küresel göç kalıcıdır ve organize edilmelidir. Mevcut göç sorunları, yerel politikaların iş gücü piyasalarını etkileyemediğini, bu piyasanın doğal olarak oluştuğunu, basit sınırlayıcı önlemlerle bu akışın durdurulamayacağını vurgulamaktadır (11). Ancak bize göre buradaki doğallık argümanı, küresel refah eşitsizliğine bir meşruiyet atfetmektedir. Güçlü olanın zayıf olana hükmettiği ve onu göçe zorladığı bir düzen ahlaktan yoksun canlılar dünyasında doğal karşılanabilir ancak insanın doğasında ahlaki değerler de vardır ve göç doğal karşılanmadan önce göçü doğuran sebeplere odaklanılmalı, zarar azaltma değil, önleme politikaları öncelikli olmalıdır.
Sermayeci ekonominin sınırsız ekonomik büyüme tutkusu küresel kaynakların zengin ülkeler lehine kullanılmasını mümkün kılmaktadır. Bu kaynaklar içinde en kritik olanlardan biri ise beşerî sermayedir. Bu sermaye içinde vasıflı insan gücü ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Maliyet minimizasyonu ve kâr maksimizasyonu denkleminde küresel göç gelişmiş ülkeler lehine gerçekleşmekte, hedef ülkeler göçmen nüfus içindeki vasıflı insanlara kapılarını açmakta, geri kalanları kaderlerine terk etmektedir. Diğer taraftan göç veren ülkeler kendi kalkınmaları için en yüksek potansiyele sahip kaynaklardan birini yitirmektedir. Bu noktada, sermayeciliğin sınırsızlığı yerine erdem ve diğerkâmlık üzere kurulu ve tarafların adil katılımını içeren bir küresel organizasyon gerekmektedir.
Göç veren bir ülkenin de durumdan yakınıp kurban/mağdur kompleksine girmesi olasıdır ancak akılcı değildir. Bu konuda mağdur olduğunu düşünen ülkenin eli kolu bağlı değildir ve yapabileceği pek çok müdahale vardır. Örneğin böyle bir ülke önce kendi gerçekleriyle yüzleşmeli, bu konudaki toplumsal ve akademik tartışmayı teşvik etmeli, mevcut göçü monitörize etmeli, kendi göçmen vatandaşlarına karşı suçlayıcı ve damgalayıcı dilden uzaklaşıp göçün doğasını ve iten faktörleri anlamaya ve yönetmeye çalışmalı, beyin göçünden daha tehlikeli olan gönül göçünü önleyebilmeli ve diaspora ağları ile iletişimini güçlendirmeli, diaspora ağlarına hamilik etmeli, göçen nüfusa yönelik ülke içinde cazibe oluşturmalı, göçen nüfusun kendi kalkınmasına destek sağlaması için stratejik planlar yapmalıdır.
Beyin göçü kavramının varlığı, başka kavramsallaştırmaları da ufukta aramaya bizi yöneltmekte, yeni sorulara kapı aralamaktadır. İnsanın ve emeğin ekonomik bir meta olarak ele alındığı tartışmalarda, iş gücü piyasaları kavramı ile tarihteki kölelik/serflik kavramı nasıl ayrılmaktadır veya ayrılmakta mıdır? Örneğin yakın gelecekte sağlıkçı mülteciler veya sığınmacılar da görülecek midir? Beyin ithalatı/ihracatı da lügatlerimize girecek midir? Arzın/talebin fiyat esnekliğinde olduğu gibi “göçün ücret esnekliği” de sağlık ekonomisinin bir kavramı olacak mıdır? Bu tarz kavramsallaştırmalar insanın neliği, değeri ve insan onuru açısından ele alındığında ne kadar ahlakidir? İş gücü piyasaları da serbest piyasa haline gelirse bu ekosistemde nitelikli iş sahibi olmak için kafa avcılarının avı olmak, onların radarına girmek bir ön şart haline gelebilir. Nitekim vasıflı insanlara yönelik “kafa avcılarının nasıl dikkatini çekersiniz” başlıklı rehberler artmakta, av olacaklara kitle eğitimi verilmektedir (21). Bu konunun, av kavramı üzerinden kavramsallaşmış olması dahi manidardır.
İnsan doğup büyüdüğü coğrafya ve kültür ile gönül bağı kuran hisli bir canlı varlıktır. Göçen insanın keyfi davrandığını varsaymadan önce göçten ötürü acı çektiği, -merhum Teoman Duralı’nın ifadesiyle- “hicran” duygusunu yaşadığı varsayılmalıdır. Felsefi antropolojinin “insan nedir” sorusuna mukabil insanı ekonomik bir girdi, salt bir sermaye bileşeni olarak gören çağdaş ekonomi paradigmasından çözüm beklemek de beyhude gözükmektedir. Her medeniyet, kendi insan algısı çerçevesinde kendi ütopyasını yeniden yazmalı, ithal çözümler yerine kendi felsefi, ahlaki ve kültürel değerleri çerçevesinde kendine özgü çözümleri aramalı, üretmelidir.
Kaynaklar
1) Duralı, T., Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Eğitim ve Öğretim Arasındaki Fark, 4. Bölüm, https://www.youtube.com/watch?v=X0vrGoJczPY (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
2) Çapan, F., Güvenç B., Kavimler Göçü ve Batı Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, https://dergipark.org.tr/tr/pub/egitimvetoplum/issue/36222/407936 (Erişim Tarihi: 04.12.2017)
3) Duralı, T., Çağdaş Küresel Medeniyet, https://books.google.com.tr/books/about/Cagdas_Kuresel_Medeniyet.html?id=W07VjwEACAAJ&redir_esc=y (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
4) The Emigration of Scientists from the United Kingdom, Minerva 1963, 1(3):358–80, https://link.springer.com/article/10.1007/BF02251989 (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
5) Gibson, J. & McKenzie D., Eight Questions about Brain Drain, Journal of Economic Perspectives, 2011, 25(3):107–28
6) Arslan, N., Beyin Göçü ve Diaspora Ağları, Sos. Siyaset Konf. Derg., 2018, (73):1–33, https://dergipark.org.tr/tr/pub/iusskd/issue/36332/414296 (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
7) Brain Drain Definition&Meaning, https://www.merriam-webster.com/dictionary/brain drain (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
8) Türkan, İ., Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Sağlık Çalışanları ve Uluslararası Göç: Göç Nedenleri Üzerine Bir İnceleme, 2009, 62(3):87–94, https://dergipark.org.tr/tr/pub/autfm/issue/3257/45397 (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
9) Carling, J., Migration Corridors: Conceptual and Methodological Issues, 2010, https://www.academia.edu/46917266/Migration_corridors_conceptual_and_methodological_issues (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
10) International Platform on Health Worker Mobility, https://www.who.int/teams/health-workforce/migration/int-platform-hw-mobility (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
11) Europe and Central Asia Economic Update, 2019, Migration and Brain Drain, https://documents.worldbank.org/en/publication/documents-reports/documentdetail/551261580801381893/Migration-and-Brain-Drain (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
12) Socha-Dietrich, K.&Dumont, J.C., International Migration and Movement of Doctors to and within OECD Countries, 2000-2018, Developments in Countries of Destination and Impact on Countries of Origin, 2021, https://www.oecd-ilibrary.org/social-issues-migration-health/international-migration-and-movement-of-doctors-to-and-within-oecd-countries-2000-to-2018_7ca8643e-en (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
13) Botezat, A.&Ramos, R., Physicians’ Brain Drain-A Gravity Model of Migration Flows, Global Health, 2020, 16(1):1-13 https://globalizationandhealth.biomedcentral.com/articles/10.1186/s12992-019-0536-0 (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
14) The WHO Global Code of Practice on the International Recruitment of Health Personnel, https://www.who.int/publications/m/item/migration-code (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
15) Abarcar, P.&Theoharides, C., Medical Worker Migration and Origin-Country Human, 2021, 1–46, https://direct.mit.edu/rest/article/doi/10.1162/rest_a_01131/107668/Medical-Worker-Migration-and-Origin-Country-Human (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
16) Chart: Germany’s Demographic Cliff, https://www.visualcapitalist.com/germanys-demographic-cliff-chart/ (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
17) How to Reverse the Medical Brain Drain, World Economic Forum, https://www.weforum.org/agenda/2016/10/how-to-reverse-the-medical-brain-drain/ (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
18) Hekim Göçü: En Fazla Yurt Dışına Giden Branşlar Hangileri?, https://medimagazin.com.tr/hekim/hekim-gocu-en-fazla-yurt-disina-giden-branslar-hangileri-100842 (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
19) Uğur, N., Great Risk for Education Cost: Brain Drain (Resident Physicians Case), 2022, 31(2):115–25, https://dergipark.org.tr/en/pub/sted/issue/69675/979463 (Erişim Tarihi: 19.09.2022)
20) WebofScience, 2022, https://www.webofscience.com/wos/woscc/summary/d95e5f54-4910-4149-ba04-24078a6079d3-4aa2cc3a/date-ascending/1 21) Kelly, J., How to Attract Headhunters, Forbes, https://www.forbes.com/sites/jackkelly/2022/04/25/how-to-attract-headhunters/?sh=31590285f750 (Erişim Tarihi: 25.04.2022)
21) Kelly, J., How to Attract Headhunters, Forbes, https://www.forbes.com/sites/jackkelly/2022/04/25/how-to-attract-headhunters/?sh=31590285f750 (Erişim Tarihi: 25.04.2022)
Yazının PDF versiyonuna ulaşmak için tıklayınız.
SD (Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü) Dergisi 2023/1 tarihli, 63. sayıda sayfa 8-13’de yayımlanmıştır