Doktor Suphi Zühdü Ezgi, 1869 yılında Üsküdar’ın Açıktürbe semtinde bulunan dedesinin evinde doğdu. Posta-Telgraf Nezareti Muhasebe Kalemi memurlarından İsmail Zühdü Bey ile Mevlevilik tarikatına mensup İmrahor imamı Kâmil Dede’nin kızı Emine Hanım’ın oğludur. Beş yaşında ilkokula başladı. Orta öğrenimini tamamladıktan sonra tıp fakültesine, o zamanki adı ile “Tıbbiye-i Şâhâne”ye girdi. 1892 yılında ve yirmi üç yaşında tabip yüzbaşı olarak mezun oldu. O tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu vilayeti olan Libya’nın Bingazi şehrine tabur tabibi olarak tayin edildi. Yirmi bir yıl burada görev yaptıktan sonra, 10 Ekim 1911 tarihinde İtalyanların Bingazi’ye asker çıkartması ile başlayan savaşa katıldı. Bingazi mutasarrıflığı elden çıktıktan sonra İstanbul’a döndü. Albaylığa terfi ederek Beykoz Serviburnu Hastanesi’nde baştabipliğe getirildi. Uzun yıllar burada çalıştı.

Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra Anadolu’ya geçti ve Ankara’ya giderek “Merkez Hastanesi” baştabibi oldu (Ankara Numune Hastanesi’nin bahçe girişinin sol tarafında bulunan ve uzun yıllar “Taş Pavyon” adı ile anılan bu bina Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’nın tek hastanesiydi. Sonradan yıktırılmıştır). Savaşın bitiminden sonra bazı sebeplerden dolayı istifa ederek bu görevinden ayrıldı. H. Sadedin Arel’in İzmir’de bulunduğu 1923 yıllarında onun daveti üzerine İzmir “Hilâl-i Ahmer” (Kızılay) doktorluğuna tayin oldu ve aynı yıl içinde kendi isteği ile elli dört yaşında emekliye ayrıldı. Bundan sonra İstanbul’a yerleşerek kendisini tamamen mûsikî çalışmalarına verdi.

Muhiddin Üstündağ’ın İstanbul valisi bulunduğu sıralarda (1932) Belediye Konservatuarı “Tasnif Heyeti”ne girdi. Burada Rauf Yekta Bey, Ali Rifat Çağatay, Zekâizâde Ahmed Irsoy, Mesud Cemil ile uzun yıllar çalıştı. Bu çalışmalar konservatuar için en verimli yıllar olmuştur. Sağlığının bozulması, özelikle gözlerinin iyi görememesi gibi nedenlerle 1947 yılında bu görevinden ayrıldı. Bu tarihten sonra Beykoz’daki evinde inzivaya çekilmiş, sadece öğrencileri ile görüşmüştür. Eşi Semiha Hanım daha önce vefat ettiği için yalnız yaşamaktaydı. Nihayet bir gece evinde bir hırsızın tecavüzüne uğradı; bir hayli hırpalanmış olarak komşuları tarafından hastaneye kaldırıldı. Yapılan bütün tedavilere rağmen 12 Nisan 1962 tarihinde vefat etti. Şişli Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

İki erkek bir kız çocuğu dünyaya geldi. Kızı yirmi bir yaşında tüberkülozdan vefat etmiş, bu ölüm Ezgi’yi çok etkilemişti. Fransızca, Arapça, Farsça bilirdi. Ufak tefek bir yapıda olan Ezgi, ağarmış olan sakalına kına yakıp sürdüğü için, Beykoz’da “Kınalı Doktor” adı ile tanınırdı.

Mûsikî öğrenimi

Daha beş yaşında ilkokul öğrencisi iken sesinin güzelliği dikkatleri çekmiş, “İlâhcibaşı” olmuştu. Babası İsmail Zühdü Bey iyi bir hanende olduğu kadar keman ve kânun da çalardı. Evlerinde haftada bir gün mûsikî toplantıları yapılır, bu toplantılarda Medenî Aziz Efendi, Kânunî Hacı Ârif Bey, Vefalı Kemanî Tahsin gibi devrinin ünlü sanatkârları katılırlardı. Böylece Türk Mûsikîsini yakından tanıma fırsatı bulan Ezgi, on bir yaşında iken Tahsin Bey’den Keman ve usul dersleri almaya, bir yıl sonra kemanı ile bu fasıllara katılmaya başlamıştı. Kanunî Hacı Arif Bey’den bugün de kullanılan batı notası öğrenerek pek çok eser meşk etti. O zamanki okulların çoğu yatılı olduğundan, izinli olduğu günler Lâleli’de oturan Medenî Aziz Efendi’nin evine gider ve ders alırdı. Böylece bu sağlam kaynaktan otuz beş kadar fasıl elde etti. O dönemin en önemli mûsikîşinaslarından yararlanmanın yollarını arayarak hemen hemen hepsinden bir şeyler öğrendi. Bahariye Mevlevihânesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede’den Ney, nazariyat, repertuar, nadîde eserler öğrendi. Rauf Yekta Bey’den “işaretli Hamparsum” notasını öğrendikten sonra bu notanın “Dilsiz Hamparsum Notası” denen işaretsiz şeklini çözdü.

Zekâi Dede’den ders alması 1886 yıllarına rastlar. Onun öğrencileri arasına girmesi Üsküdarlı Udî Ahmed Efendi’nin aracılığı ile oldu; ilk eser olarak Acem-Aşiran makamındaki besteyi geçti. Daha sonra Şah Sultan Tekkesi’nin mahfelinde şeyhin oğlu Burhaneddin Efendi, damadı Avni Bey, Ortakçılar’lı Ahmed Efendi, kemençeci Dr. Ârif Ata, Hâfız Aziz Efendi ile birlikte uzun süre ders almaya devam etti. Sonraları bu derslere Ahmed Avni Konuk, Kanunî Hacı Ârif Bey, hanende Kaşıyarık Hüsameddin Bey ile Rauf Yekta Bey de katılmıştır. On yedi yaşında iken başlayan bu derslerle Zekâi Dede’den otuz beş fasıl öğrendi.

Klâsik tambur icrasının o zamanki ustası Kozyatağı Rifaî Tekkesi şeyhi neyzen ve tamburî Abdülhalim Efendi idi. Zekaî Dede’nin tavsiye ve aracılığı ile bu büyük ustanın öğrencileri arasına girdi. Sürekli bir şekilde şeyhin evine giderek tambur ve sinekemanı çalmasını öğrendi. Bu dersler üç buçuk yıl sürmüştür. Abdülhalim Efendi ile 90 kadar saz eseri geçti. Abdülhalim Efendi’nin tambur hocası Kuyumcu Oskiyam, onun hocası da -III. Selim’e tambur öğreten- Tanbûrî İsak olduğu için Ezgi, geleneksel tambur çalma tavrını asıl kaynağından elde etmiş oldu. Bu tavrı sonradan Mes’ud Cemil’e öğretmiştir. Klasik tambur icrasının en mühim hususiyeti, birkaç perdeyi tek mızrap darbesiyle ve bağlı olarak çalmaktır. 

Müzikoloji çalışmaları

Suphi Ezgi, sayılı müzikologlarımızdan biridir. Rauf Yekta Bey’in başlatmış olduğu bilimsel araştırmalara, 1913 yılında H. Sadedin Arel ile birlikte katıldı. Bu konuya eğilmesi Arel’i tanıdıktan sonra olmuştur. Böylece eski “Edvâr” kitapları ve yazma eserler teker teker incelenerek elden geçirildi. Bu çalışmalarda Ord. Prof. Salih Murad Uzdilek’in katılması ile mûsikîmizin ses fiziği (akustik) bölümü de bir düzene sokulmuş oldu. İlgili bölümlerde de değindiğimiz gibi, “Arel-Ezgi-Uzdilek” sistemi doğmuş oldu.

Klâsik eserlerimizi Medenî Aziz Efendi ile Zekaî Dede gibi iki güvenilir kaynaktan öğrenen Suphi Ezgi, bu gibi eserlerin notaya alınmasında önemli rol oynayan müzik adamlarından biri oldu. Bunun için çalışmalarında ikinci aşama olarak H. Sâdedin Arel ile birlikte, çeşitli kaynaklardan toplanmış olan pek çok saz ve söz eserinde restorasyon çalışmalarına başladı. Ezgi’nin eseri Arel’in kütüphanesinde mevcut bulunan Arapça, Farsça ve Türkçe kaynaklara ve bu kaynaklarda verilen bilgilerin yaşayan eserler ve Fransızca yazılmış müzikoloji kitapları ile karşılaştırılmasına dayanır. Bu iş için binlerce mûsikî parçası, yüzlerce defa okunup çalınmış, incelenmiş, tahlil edilmiş, eldeki bütün nüshalar birbiriyle karşılaştırılmış, bestekârların ve ekollerin üslûplarına nüfuz edilerek en doğru şekil bulunup tespit edilmiştir. Bu suretle Klâsik Türk Mûsikîsi eserlerine ilk defa olarak “êdition critique” usulü uygulanmıştır. “Metin tamiri” metoduyla eserlerin eksik ve kusurlu, usulsüz parçaları yeniden bulunmuş, kaybolmaya yüz tutmuş birçok eser notaya alınmıştır. Asılları saklanan binlerce eser gözden geçirildi ve aslına icra edilmiş oldu. Ayrıca o sıralarda hayatta bulunan eski ustalar, tanınmış hanendeler, zâkirbaşıları, âyinhanlar aranarak bunların hafızalarındaki eserler notaya alındı. Bu suretle toplanan büyük nota koleksiyonu, Arel’in ölümüne kadar onun kütüphanesinde saklandı; daha sonra Ezgi’ye geri verildi.Bunların arasında gerçek bir sabır mahsulü olan Na’t-ı Mevlânâ ile Nayî Osman Dede’nin Miraciye’si sayılabilir. Besteli Mevlid’in bestesini kaydetmeye çalışmışsa da tamamlayamamıştır. Ezgi’nin bir özelliği de eski büyük bestekârlarımızın üslubunu şaşmaz bir şekilde tayin edebilmesi idi.

İcracılığı ve mûsikî hocalığı:

Ney, tambur, keman, sinekemanı çalan Ezgi, özellikle klâsik tambur icrasının son ustalarındandı. Bu tekniği Mesud Cemil’e de öğretmiştir. Asil bir üslupla ve ölçülü bir sesle okuyan bir hanende olduğunu öğrencileri ve kendisini tanıyanlar belirtiyor. Bununla birlikte Ezgi’yi bir icrakâr olarak değil de bir müzikolog olarak düşünmek ve değerlendirmek daha doğrudur. Uzun bir hayat çizgisi içinde tıpkı H. Sâdedin Arel gibi gerek bizzat yetiştirdiği öğrencilerine, gerekse yaptığı yayınlar ve ünlü nazariyat kitabı ile bu sanata gönül verip öğrenmek isteyenlere hocalık etmiştir. Bugün pek çok nazariyat kitapları, makaleler, verilen dersler bu kaynaktan beslenmektedir.

Eserleri

1. Amelî ve Nazarî Türk Mûsikîsi: Uzun yıllarını vererek elde ettiği sonuçları Arel’in tavsiyesi ile yazmaya başladı. Eserin ilk cildi 1933 yılında kitap haline geldi. Aralıklı tarihlerde tamamlanan bu muazzam eser beş ciltten ibarettir. Bugüne kadar yeni basımı yapılmamıştır. Nazariyat ve eser muhtevası bakımından değerli bir koleksiyondur. Bu eserde eski mûsikîşinaslarımız hakkında kısa biyografik bilgiler de verilmiştir.

2. Mevlevi Âyînleri: Büyük boy on üç cilttir.

3. Mûsikî Eserlerinde Bir Usûlden Diğerine ve Mertebesine Yapılan Geçkilerde Hareket ve Tebeddülü, İstanbul Enstitüsü Dergisi

4. Tambur Metodu: Geleneksel tambur metodu, ilk kısmı Mûsikî Mecuması’nda yayınlanmıştır.

5. Türk Mûsikîsi klâsiklerinden Temcid, Na’t, Salât ve İlâhiler kitabı: Elimizde “Durak” nâmıyla o zamana kadar mevcut 39 eserin, usulleri (Durak Evferi) keşfedilerek yazılmış, bunlara 15 Nât vs. eklenmiştir.

6. Tamburî Mustafa Çavuş’un otuz altı eseri: Şarkıların otuz beşine Ezgi aranağme yapmıştır.

7. İlâhiler:  Rauf Yekta, Zekâizâde Ahmet Irsoy ve Ali Rıfat Çağatay’la müşterek hazırlanmıştır.

8. Bektaşî Nefesleri

9. Hâfız Mehmed Zekâi Dede Efendi Külliyâtı

10. Tamburî Ali Efendi, Hacı Ârif Bey ve Şevki Bey’in eserleri: Bu eser tamamlanamamıştır. Fakat bu üç bestekârın hayli eserini notaya almıştı.

11. Solfej kitabı: Geleneksel Türk hânendeliğine uygun solfej metodu. Yarım kalmıştır.

12. Bir ömür boyunca bestelediği yedi yüz eserin ancak yüz altmış beşinin yayınlanmasını uygun bulmuştur. Eserlerinin tamamı Türkiyat Enstitüsü’ne devredilmiştir. Bu eserlerin başlıcaları 13 Peşrev, 2 Durak, 43 Saz Semâisi, 10 Oyun Havası, 13 Beste, 4 Ağır Semâi, 9 Yürük Semâi, 3 Marş, 67 Şarkı, 1 Operetten (Lâle Devri) ibarettir. Operetin ilk temsili Şehzâdebaşı’ndaki Ferah Tiyatrosu’nda yapılmıştır. Eserin bazı bölümlerinin iyi icra edilemediğinden yakınırmış.

Kendine özgü bir kişiliği olan Suphi Ezgi, eserleri ıslıkla deşifre eder, beğenmediği konular için ve sinirlendiği zaman “püf” dermiş. Oldukça titiz ve geçimsiz tabiatta olduğu söylenir.

Muhammed Hâdimî’nin bir beyti ile son noktayı koyalım

Kâmil odur ki koya bir eser

Eseri olmayanın yerinde yeller eser…

Kaynaklar

http://www.beykozguncel.com.tr/hayataDair.asp?icerikID=7412&B=Dr.-Suphi-Ezgi, (Erişim tarihi: 08.12.2013)

http://www.poimap.com/tr/sokak/389289/istanbul_uskudar_aziz_mahmut_hudayi_mahallesi_bestekar_suphi_ezgi_sokak, (Erişim tarihi: 08.12.2013)

Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi. Yılmaz Öztuna, Orient Yayınları, Ankara 2006, cilt 1.

Türk Mûsikîsi Tarihi. Dr. Nazmi Özalp, M.E.B. yayınları 3109 İstanbul 2000, cilt 2.

Mart-Nisan-Mayıs 2014 tarihli Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, 30. sayı, s: 100-101’den alıntılanmıştır.