Dr. Bahri Teker

Kendimi bildim bileli hep doktor olmak isterdim ve ailem tarafından da hep doktor olmaya yönlendirildim. Üniversite sınavına girerken sadece altı tercih yapmıştım ve bunların hepsi tıp fakültesiydi. Bu tercihlerimden birini kazandım ve altı zorlu yıl süren eğitimin ardından nihayet doktor oldum. Bu gün olsa yine aynı şeyi yaparım. Çünkü mesleğimi çok seviyorum ve saygı duyuyorum. Hekimliğin saygın ve insanlığa faydalı mesleklerin belki de en başında geldiğini biliyorum.

Ancak kendi çocuklarımı bu yüce mesleğe yönlendirmeye çekiniyorum. Zira tıp fakültesini kazanmak da zor, fakülteyi bitirmek der. Asıl zorluk ise fakülteyi bitirdikten sonra başlıyor. Çünkü yeni bir insanla tanıştığında her hekimin ilk muhatap olduğu soru “Ne doktorusun” sorusudur. Böylece zorlu bir eğitimi bitiren hekim, kendisini yeni bir sınavın eşiğinde buluyor. Hatta bu sınavın kazanılması, toplumun belki de farkında olmadan yaptığı ağır bir baskıyla onur meselesine dönüşüveriyor. Sonuçta yeni mezun olan hekimlerin tamamına yakını hem bilimsel kariyerini yükseltmek, hem de bu ağır baskıdan kurtulmak için 1987’den beri yapılan Tıpta Uzmanlık Sınavı’na (TUS) girmek zorunda kalıyor.

Tıp fakültelerinin misyonlarının hekim yetiştirmek olması ve TUS’a yönelik özel bir eğitim vermemeleri, bu sınavı zorlu bir hale getiriyor. Üstelik sınava girenlerin hepsinin doktor olması, sınavı kıran kırana fakat aynı zamanda asimetrik bir yarış haline getiriyor. Çünkü TUS soruları tıp fakültelerinden öğretim üyelerinin gönderdiği sorular arasından seçiliyor. Ancak her öğretim üyesi bu konuda yeterli gayret göstermeyince, sorular genellikle birkaç üniversiteyle sınırlı kalıyor. Böylece örneğin başta Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi olmak üzere bazı fakültelerden mezun olan öğrenciler yarışa daha avantajlı başlarken bu durum diğer bazı fakültelerden mezun olan öğrenciler için dezanvataja dönüşüyor. İşte bu durumda TUS’a hazırlık dershaneleri gündeme geliyor.

İlk TUS dershanesi 1990’lı yılların başlarında Ankara’da bir üniversiteye hazırlık dershanesi olan Kızılay Dershanesi bünyesinde faaliyete girdi. Sadece bir sınıfta onlu sayılarla ifade edilen kursiyer sayısıyla, günümüzdeki dershanelerle karşılaştırıldığında amatör sayılacak şartlarda faaliyet gösteriyordu. Ders notları teksir kâğıdına basılıyor, görsel materyaller çok fazla kullanılmıyordu. Genellikle derslerde konular kısaca anlatılıyor, deneme sınavları yapılmıyordu. Açıklamalı soru kitapları bulunmuyordu. Bu olumsuzluklara rağmen sektörün ilk ve tek TUS dershanesi olduğu için ilgi çok büyük oldu, kısa zamanda sınıf ve kursiyer sayısı hızla arttı. Yıllar geçtikçe verilen eğitimin niteliği de artmaya başladı. Bu arada yeni girişimciler (TUSEM, TUMER ve bugün dershane olarak faaliyetine devam etmeyen PRETUS, TUSMER) sektöre girdi. Böylece kurumlar arasında bir rekabet başladı. Üstelik ilk dershane sadece Ankara’da faaliyet gösterirken sonradan giren rakipler İstanbul, İzmir, Bursa gibi illerde de şubeler açmaya başladılar. 2000’li yılların başlarında eğitimin kalitesinde de belirgin artışlar başladı. Örneğin teksir kâğıdı ile dağıtılan notlar fasikül haline getirilmiş, deneme sınavları yapılmaya başlamıştı. Tepegözün yerini önceleri slâyt makineleri daha sonra data projektörler almaya başladı. Bilgisayar animasyonları ile dersler daha da görselleşti. Bu arada şube ve öğrenci sayısı da hızla artıyordu. Daha sonra önceleri sadece yayıncılık faaliyeti yapan TUSDATA’nın da dershane sektörüne girmesiyle rekabet iyice kızıştı. 2004 yılından itibaren bütün dershaneler konu ve soru kitapları çıkarmaya başladılar. Deneme sınavları sadece dershane kursiyerlerinin girdiği bir sınav olmaktan çıkıp kursa gelmeyenlerin de katıldığı ve hatta ödüllerin verildiği bir sınav haline geldi. 2000’li yılların ilk yarısında, daha ziyade pratisyen hekimlerin katıldığı TUS kursları, 2005’ten itibaren artık intörnlerin hatta 4. ve 5. sınıf öğrencilerinin de katıldığı uzun soluklu bir kurs haline geldi. Artık tıp fakültesi bulunan her ilde mutlaka en az bir dershane faaliyet göstermektedir. Günümüzde sınavı kazananların yarısından fazlası mutlaka bu kurslardan birine katılanlar arasından çıkmaktadır.

Rakip kurumların ortaya çıkması ve şubeleşmenin yaygınlaşması dershaneler için önemli sorunları da ortaya çıkardı. Bunların içinde en önemli olanı, eğitmen bulma sorunudur. Çünkü TUS eğitimi çok zorlu bir eğitimdir. Eğitmenin branşı konusunda bilimsel olarak yeterli olmasının yanı sıra TUS mantığını kavraması, çıkmış TUS sorularını takip etmesi, prezantasyon ve diksiyonunun düzgün olması, konuyu anlatma yeteneğinin yüksek olması gerekmektedir. Ayrıca dershanenin şubeleri farklı illerde olduğu ve dersler hafta sonunda yapıldığı için her hafta yolculuk yapıp iki gün boyunca ders anlatmak için gerekli fiziksel performansa sahip olmalıdır. Bunun doğal sonucu olarak normalde dinlenmesi gereken hafta sonlarını bu işe ayırmak için hem kendisi hem de ailesi fedakârlık yapmak zorunda kalacaktır. İşte bütün bu özelliklere sahip eğitmen bulmak çok da kolay değildir.

TUS dershanelerinin önündeki çok önemli diğer bir sorun, etik sorunlardır. Kurumlar bazen rekabetin etkisiyle etik olmayan yöntemlere başvurabilmektedir. Bu bütün kurumların bir araya gelerek mutlaka çözmeleri gereken bir sorundur ve sektöre yakışmamaktadır.

Aslında TUS dershaneleri kesinlikle ve asla tıp fakültelerinin alternatifi değildir ve fakülte eğitimi sırasında eksik kalan kısımları tamamlama gibi bir misyonları da yoktur. Bu kurumların misyonu, altı yıllık tıp eğitimi almış ve çeşitli sınavlardan geçmiş doktorları daha önce benzerine rastlamadıkları bir sınava hazırlamaktır. Bu dershanelerde eğitim veren hocalar, 20 yıldan fazla süredir yapılan sınavlardaki soruları inceler; soruların profilini çıkarır; hangi tip soruların çıkacağını tahmin eder ve buna göre bir sınava hazırlık eğitim programı hazırlarlar. Bir taraftan kendi branşları ile ilgili sınavda soru çıkabilecek konuları özetlerler; diğer taraftan da konu ile ilgili çıkmış soruları çözerler. En önemlisi de TUS’ta çıkabilecek muhtemel sorulara vurgu yaparlar. Aslında ideal olan, bu eğitimlerin fakültelerde tamamlanmasıdır. Ancak üniversitelerin eğitim kadroları ve teknik alt yapıları arasında büyük bir asimetri bulunduğuna göre bu ideal yakın zamanda gerçekleşemeyecek gibi görünmektedir.

Sonuç olarak doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren, ‘küçük sınava hazırlık grupları’ olarak başlayan ancak günümüzde mezuniyet sonrası eğitimin önemli bir parçası haline gelen ve hatta sektörleşen TUS dershanelerinin uzun yıllar eğitim faaliyetlerini sürdürmeye devam edeceklerini hatta misyonları olmadığı halde fakülte eğitimi sırasında yapılan sınavlara takviye kursu olarak da faydalanılabileceğini öngörebiliriz. Hatta yakın bir gelecekte özellikle zaman ve ulaşım problemleri olan tıp öğrencileri ve pratisyen hekimler için dershanelerin sanal ortamda faaliyet göstereceklerini kolayca tahmin edebiliriz.

Mart-Nisan-Mayıs 2009 tarihli SD 10’uncu sayıda yayımlanmıştır.