Sayın Başbakanın kürtaj ve sezaryen karşıtı konuşmaları konuyu ülke gündemini işgal ettirmekte gecikmedi. Özellikle “kürtaj cinayettir” söylemi adeta medyanın ana konusu haline geldi. Bu açıklamaların sistematik bir davranışın, bir stratejinin ürünü olduğu yönündeki görüşlere katılmam mümkün değil. Sağlık Bakanımızın, Başbakan’ın ardından yaptığı açıklamalar bunu açıkça izah ediyor. Başbakanın söylemine destek vermeye çalıştığı imajını veren Sayın Bakan, bir yandan kürtajın tamamen yasaklanabileceği mesajını verirken diğer taraftan bilim kurulundan destekle rapor hazırlamakta olduğunu basınla paylaşıyordu.

Akdağ’ın sözleri, basına yansıdığı kadarıyla şöyle: “Şimdiye kadar birçok yaptırım uyguladık. Bir takım başka yaptırımlar ya da tedbirler alabiliriz. Örneğin tıbbi gereklilikler dışında kadının mutlaka normal doğuma öncelikle iknasını isteyebiliriz. Tıbbi gereklilik yoksa onun normal doğuma ikna edilmesi için bir süreç tarif edebileceğiz. Bunun üzerinde çalışıyoruz.” Bu arada konuyla ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in açıklamaları da şöyle: “Kürtaj ve sezaryen konusunda akıl ve bilim ne diyorsa o uygulanacak.”

Diğer taraftan durumdan vazife çıkaran “slogan muhalefeti” hemen devreye girmekte gecikmedi: “Kürtaj haktır, karar kadınların”, “Bedenimiz bizimdir, kürtaj olup olmama hakkı bize aittir”, “Yasal değil, yasak kürtaj öldürür”, “Bizim bedenimiz, bizim hakkımız”, “Kürtaj cinayet değil haktır”.

AK Parti Hükümetinin kadının bedeni üzerindeki kontrol hakkını elinden almak için kürtaj yasağı getirmeye çalıştığı söylendi. Dünyanın pek çok yerinde kadınların kitlesel mücadelesiyle kazanılan bu hakkı korumak için örgütlenme çağrıları yapıldı. “Tayyip Erdoğan’ın karşısına geniş kitlelerle çıkmalıyız!” dendi.

Marjinal görüşlere yer veren bir web sitedeki iddialar ise bir hayli ilginç. Kürtajla ilgili klasik sağcı tezden bahsedilen sitede, 2003’ün Aralık ayında muhafazakâr demokratlığın “12 ilkesini” sayan AKP’nin, “devletin kürtaj ve cinsiyet değiştirme ameliyatlarını desteklemesine karşı olduğunu” belirttiği ifade ediliyor. Anlatıldığına göre hükümet, engellilerle ilgili yasa tasarısına, “yaşama hakkının kutsallığı ve dokunulmazlığı temelinde özürlü doğma ihtimali gerekçesiyle kürtaja cevaz verilemez” maddesini eklemek istemiş. Adalet Bakanlığı da TCK’da düşük ile ilgili cezaların artırılması konusunda hazırladığı yasa taslağını bakanlıkların görüşüne sunmuş. Taslaktaki, 40 günü geçen gebelikleri sonlandıranlar hakkında 6 aydan 1 yıla kadar hapis cezası verilmesi görüşüne taslağa ilişkin olumsuz görüşünü Adalet Bakanlığı’na gönderen Sağlık Bakanlığı, gebeliğin sonlandırılması için yasal sürenin 10 hafta olduğunu belirtmiş.

Bunları okudukça şaşırmadan edemiyorum. Ne AK Parti’nin bu hususta “ideolojik bir duruşu” olduğu, ne de buna karşı mücadele verenlerin konunun önemine vakıf olduğu kanısındayım. Siyasi çizgiyi bence Başbakanın bireysel yaklaşımı ve bu yaklaşıma ters düşmeyecek sözlem içinde olmaya çalışan diğer siyasetçi ve bürokratların tavrı belirliyor. Daha doğrusu ortada tam olarak bir çizgi falan yok. Bunun olmadığı, önümüzdeki dönem yapılacak olan – o da eğer yapılırsa- yasal düzenlemelerde görülecektir.

Sıklıkla dile getirildiğine bakılırsa, ülkemizde 12 Eylül döneminin antidemokratik atmosferinin etkisiyle bir tartışma yaşanmadan kürtajla ilgili kanuni düzenlemeler yapılmış. 2004 yılında yeni Türk Ceza Kanunu çıkarılırken de, bu hükümlerin tartışma yapılmaksızın benimsediği ve ön kabul şeklinde Ceza Kanununa alındığı iddia ediliyor. Bu hususta bir hatıramı paylaşmak isterim.

Yeni Türk Ceza Kanunu Adalet Komisyonu çalışmaları yürütülüyordu. İsteğe bağlı kürtaj süresinin 10 haftadan 12 haftaya çıkarılması şeklinde düzenleme yapılmıştı. Bu hususta Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlarının ağırlıkta olduğu bir sivil toplum örgütünün oluşturduğu farkındalıkla Sağlık Bakanlığı sürece dahil olmak istedi. Kürtaj konusu ile birlikte çocuklar üzerinde araştırma yapılması konularını görüşmek üzere Hukuk Müşavirimizle birlikte o zamanki Komisyon Başkanı Sayın Köksal Toptan’ı ziyarete gittik. Konu ile doğrudan alâkaları nedeniyle Alt Komisyonun AK Partili komisyon üyesini odasına davet ederek görüşmemizi sağladı. Konuyu ve itirazımızı kendisine aktardık. Özellikle 10’uncu haftadan sonra ultrasonografi ile cinsiyet tayini yapılabildiği, eğer bu hassas süre korunmazsa ailelerin sırf cinsiyetlerini beğenmediği için kürtaj yaptırmak isteyebileceğini, bunun da ayrı bir sosyal probleme neden olacağını ifade ettik. Bir anlamda kızlarını toprağa gömen cahiliye dönemi Arap âdeti yerine cinsiyetini ultrasonla tayin ettikten sonra kızlarını kürtajla öldürmeye yeltenecek modern cahillerin olabileceği riskinden bahsettik.

Aldığımız cevap oldukça şaşırtıcıydı. 10 hafta ile 12 haftanın kendilerince bir önemi olmadığını, ana muhalefet partili üyenin talebi doğrultusunda, uzlaşma adına 12 haftayı kabul ettiklerini söyledi. Doğrusu “siyasi uzlaşma” adına gerçeğin vahametini anlatmayı beceremedik. Daha sonra kanun değişikliği ile düzeltilmek zorunda kalınacak olan çocuklar üzerinde tıbbi araştırma konusunda da sesimizi duyuramadık.

Neyse ki, daha sonra ne olduysa, isteğe bağlı kürtajda sınır 10 haftaya çekilerek taslak düzeltildi ve Genel Kuruldan bu haliyle geçti. Duyduğumuza göre, aslen Kadın Doğum Uzmanı olan bir Ana Muhalefet Partisi İzmir milletvekili konuya müdahil olmuş. Komisyon toplantısına girerek kendi üslubu ile 12 haftaya kadar kürtajın serbest olmasının doğuracağı katliam ihtimalini anlatmış, Kadın doğum uzmanı kimliği ile tecrübelerini anlatmış. Bu vekilimizin nezaket derecesi tartışılır kendine has üslubu malumdur. Ne var ki amiyane tabirle dinsizin hakkından imansızın gelmesi gibi bir tabloyla durumun talebimiz doğrultusunda değiştirilmiş olmasına seviniyorum.

Yukarıdaki hatırayı, kişilerin tavırlarını eleştirmek maksadıyla değil, iktidar partisinin bu hususta kurumsal bir duruşunun olmadığını göstermek için naklediyorum. Bu yüzden isimleri vermemeye özen gösterdim. Sayın Başbakanın tavrı kendine has bir duruş. Onun çıkışı üzerine paralel söylem tutturan siyasetçi ve bürokratlar bizi yanıltmasın.

Sürecin işleyişini basın naklediyor. Yazıldığına göre, Başbakan Erdoğan’ın çıkışıyla gündeme gelen kürtaja yasak için Sağlık Bakanlığı çalışma başlamış. Muhtemelen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız da çalışmanın içindedir. Bakan Akdağ’ın, düzenlemeye ilişkin olarak, “Önümüzdeki ay içerisinde bu çalışmaları Bakanlar Kurulu’na yetiştirmeyi planlıyoruz. Ondan sonrası Bakanlar Kurulu ve Meclis’in işi” dediği naklediliyor.

Söylem paralel olsa da sonuç ihtimal ki farklı olacaktır. Kürtaj konusunda önümüzdeki günlerde yapılacak -veya belki de yapılamayacak- olan yasal düzenleme yapıldığı zaman bu husustaki görüşümün isabet derecesi ortaya çıkacaktır.

Basına yansıyan son bilgiler belki olacaklara bir ışık tutabilir. Bakanlar Kurulunun gündemine gelen Üreme Sağlığı Kanun Taslağına bakıldığında,  kürtajda 10 hafta sınırının değişmeyeceğini, sağlık personeline istemli kürtajda görevden çekilme hakkı tanınacağını, ağrısız doğumun yaygınlaştırılacağını ve anne ve babaların çalışma düzenlerinde doğumla ilgili kolaylıkların sağlanacağını okuyoruz.

Bir hususa daha dikkatinizi çekerek bitireyim: Dünya Sağlık Örgütü’nün genel kurulu niteliğindeki Assamble toplantılarından katıldıklarımın ekseriyetinde “Kürtajın bir doğum kontrol yöntemi olmadığına” ilişkin karar tasarısının önerildiği ve tekraren oy birliği ile kabul edildiğine şahit oldum. Bu kürtaj meselesini nüfus planlaması ve doğum kontrolü politikalarından arındırmadıkça tartışmaların ve pozisyon almaların doğru zemine oturmayacağı kanaatindeyim.

Eylül-Ekim-Kasım 2012 tarihli Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, 24. sayı, s: 28-29’dan alıntılanmıştır.