“Altın yol”un geçtiği topraklarda, Bizanslılar tarafından “Kurutepe” diye anılan (Xerolofes) İstanbul’un yedinci tepesi üzerine kurulu Haseki külliyesi ve özellikle bu külliyenin bir parçası olan ve bugüne dek hizmetini kesintisiz sürdüren Haseki hastanesinin tarihi, sadece bir kurumun kronolojik hikâyesi değil, en parlak devirlerdeki Osmanlı’dan günümüze değin 500 yıla yakın bir zaman tünelinden geçen bir kültür birikiminin de yansımasıdır.

r. Nimet Taşkıran’ın yerli ve yabancı çok sayıda kaynak gözden geçirilerek ve bu kurumun yöneticiliğini yapmış canlı tarihlerden de yararlanarak hazırladığı “Haseki’nin Kitabı”, bu kültür birikimini hasekililik tutkusu da katarak aktaran önemli bir eserdir. Bu eserin sayfaları arasında dolaşarak tıp camiamızın dikkatini özellikle Haseki vakfiyesinde yer alan doktor tanımlamalarına çekmek istiyorum.

Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan adına yaptırdığı tesislerin yazılı belgeleri, yani orijinal vakfiyeler dört tanedir. Bunların asılları halen İstanbul Türk İslam Müzesi’nde bulunmaktadır. En eskisi olan 947/1540 tarihli vakfiye 2191, 958/1551 tarihli ikinci vakfiye 2194 ve 964/1556 tarihli son vakfiye 2192 e 2193 envanter numaralarında kayıtlıdır. Bu orijinal vakfiyelerden üçünün çevirisi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Osman Keskioğlu’na yaptırılmıştır. Bu çeviriler Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde kayıtlıdır. Bu vakfiyeler arasında Haseki Darüşşifasına ait olan kısımlar 958/1551 tarihli vakfiyenin 35-37. sayfalarında yer almaktadır. Aynı vakfiyenin 25. sayfasında tesis anlatılırken şu ifadelere yer verilmiştir: “Bunlardan biri de zikri geçen mahallerdeki medresenin arkasında bina olunan darüşşifadır ki, her türlü dertlere devadır. Bu da, hastaların, derde ve diğer ağrı, sızılara müptela olanların tedavisi için vakıftır.”

Vakfiyede tabipler, cerrahlar ve kehhalların (göz doktoru) vasıfları ve ücretleri hakkındaki bilgilerin yanında, aşçı, hasta bakıcı, çöpçü, çamaşırcı ve bahçeci tanımlanmakta ve bunların görev ve ücretlerinden bahsedilmektedir. Özellikle Haseki Darüşşifası’nda çalışmakta olan doktorların vasıflarına ilişkin olan satırlar oldukça ilgi çekici ve çarpıcıdır. Modern sağlık hizmeti anlayışının önceliklerinden biri olan hasta memnuniyetinin önemli bir husus olarak ele alındığı günümüzde bu satırların değeri bir kez daha artmaktadır.

Vakfiyenin çevirisinde Darüşşifa bölümündeki (sayfa 35) ilgili satırları birlikte okuyalım: “Darüşşifaya gelince: Müşarünileyha vâkıfâ hazretleri şart etmiştir ki, iki nefer hâzık, riayet ve inayete lâyık, fetânet ve kiyasetle maruf, hazakat ve ferasetle mevsuf, tıp ve hikmet kanunlarını bilen, onların bilumum meselelerini tafsilatıyla ihata eden, izaç ve ahvalinin hususiyetlerini anlayan, ilaç tertip etmekte mahir olan, şurup ve macunların ahvalinde tecrübeli, onların hastaların ahvaline mülayim veya mübayin olanlarına vakıf, iş görme ve birçok tecrübelerle ilimlerini tekid etmiş ve türlü ahval ve etvar müşahedesiyle muariflerini ilerletmiş, ilim tahsilinde ve tatbikatta zamanlar geçirmiş, onları tamamlama hususunda vakitler harcamış kimse doktor olup, bunlardan her biri selim kalpli, kerim ahlâklı, güzel huylu, endişeden uzak, iyi iş yapar, ince kalpli, uysal, akraba ve ecanip hakkında hayır diler, nasihatı tatlı dilli, hoş sözlü, güler yüzlü, makbul huylu olmalıdır. Hastalardan her birine candan dost gibi ref’et ile nazar eder. Onları asık suratla karşılamaz, onlara az da olsa vahşet ve nefret uyandıracak söz söylemez. Zira, sözde bulunan sert bir kelime bazen hastaya en büyük dertten daha ağır gelir. Belki hastalara en latif ibarelerle söz söyler. Onlara en güzel şekilde hitap eder. Sual ve cevapta onlarla en şefkatli yolu tutar. Zira, sarf olunan nice sözler vardır ki, onlar hastanın nezdinde cennet kevserinden zülâl ve selsebilden daha tatlıdır. Hastanın tatlı söze ihtiyacı daha çoktur. Hastalara şefkat ve riayet kanatlarını indirip döşer, onların üzerine inayet ve himaye kemerlerini gerer. Bu iki doktordan her biri, geçen gecenin akabinde, hemen darüşşifaya gelip vazifesine başlar. Hastaların, illetli kimselerin ahvaline bakar. Hastalıkların ve dertlerin seyrini gözetir, nabızlarına bakar, idrarlarını gözden geçirir ve diğer hastalığın meşhur alametlerini tetkik eder. Küçük, büyük hepsinin ahvalini sorar ve küçük şeyleri bile ihmal etmez. Sonra, her birine en uygun ilacı vererek tedavi eder. Eğer hastanın vaziyeti tekrar hastaneye gelmesini icap ederse, ihmal etmeksizin hemen hastaneye koşar. Bu iki tabipten her biri bu yazılan şartlara riayet eder ve bu kaideleri olduğu gibi muhafaza eyler. Senenin ve ayların, günlerin her birinde bu şartlardan bir tanesini bile ihmal ve ihlal etmeden, bunlara tamamıyla riayet etmek mecburidir. Her kim ki, bu sayılanlardan birini ihlal eder, üzerine aldığı vazifelerden birini ihmal ederse, vazife mukabili almış olduğu şey ona haram olur. Ahrette de azap ve garama düçar olur….”

Kaynak

Taşkıran Nimet, Hasekinin Kitabı- İstanbul Haseki Külliyesi, Haseki Hastanesini Kalkındırma Derneği yayını. 1972 İstanbul

* Aralık-Ocak-Şubat 2007-2008 tarihli SD 5’inci sayıda yayımlanmıştır.