Edirne’deki II. Beyazıt Darüşşifasının mekân anlamında müzikle tedaviye sunduğu katkı dikkate değerdir. Bu mekânın müzikle ilişkisini ve tedaviye katkısını anlayabilmek için öncelikle müzik ve mimari ilişkisinin tarihçesine değinmemiz gerekir. Müzikte karşılaştığımız armonik yapının mimarlıktaki izdüşümünün tarihçesi oldukça ilginçtir ve çok gerilere dayanmaktadır. İyonyalı filozof ve matematikçi Pisagor (MÖ 585-500), müzik teorilerinin ve müzikle hastalık tedavisinin ilk kurucularındandır. Ancak ilminin kaynağı klasik Mısır ve Babil kâhinlerinden aldığı 34 yıl süren inisiyatik eğitimdir. Bu ayrıcalıklı matematik ve müzik bilgisinin kaynağı ise bir görüşe göre Sümerler döneminde yaşamış olan ve Hz. Âdem’den sonra yedinci kuşak olarak bilinen İdris Peygamber’e kadar gitmektedir. Zira Kuran-ı Kerim’de bahsedilen İdris Peygamber’in ismi Kitab-ı Mukaddes’te Ehnoh (Uhnuh) olarak geçerken, lakabı ve mitolojideki ismi ise Hermes bilinmektedir. Bununla birlikte, eski Yunan’da Hermes’in arz ile sema arasında bağ kurucu ve “yukarının yorumcusu” (hermesneuta) olarak görülmesi “hermenötik” denilen yorum ilminin ortaya çıkmasına sebep olmuştur (1). Babil ve Mısır’da edindiği; müzik, matematik ve astronominin insan için yorumlandığı bu kadim bilgi altyapısıyla Pisagor, müziğin matematiksel oranlara indirgenebileceğini ortaya koymuş ve diatonik skalayı keşfetmiştir. Diatonik skala; müziğin matematiksel oranlara indirgenip ifade edilmesi olarak tanımlanır. Pisagor, umutsuzluğa düşen kimseleri veya çabuk öfkelenen hastaları belirli melodilerle tedavi edebilmek olanağını araştırmıştır (2).
Müzikle tedavinin en erken örneklerinde biri de yine kutsal kitaplarda geçmektedir. Mezmurlar (Zebur), bizatihi Davut Peygamber’in ilahilerinden oluşmakla beraber dört kitapta da müzikle tedavi uygulayan ilk isim Davut Peygamber (MÖ 1055-974) olarak geçmektedir. Kuran-ı Kerim’de de sesinin güzelliği övülen Hz. Davut’un, hastalara güzel sesi ve sazı (harp) ile şifa kaynağı olduğu; hatta yine sesi ve sazı ile şifa duası okuduğu ve bu yolla “Saul” adlı hükümdarı iyileştirdiği nakledilmektedir (3). İlginç bir biçimde müziğin tarihçesinde olduğu gibi mimarlık ilminin Osmanlı kaynaklarındaki tarihi silsilesine baktığımızda da aynı isimlerle karşılaşırız. Mimar Cafer Efendi “Risale-i Mimariyye” adlı eserinde, hendese ilmini Hz. Âdem’den başlatıp tasnif ederek kaleme alan kişinin İdris (a.s.) olduğunu, kendisine “Ahnuh” ve “Hürmüs” isimleriyle de hitap edildiğini, İdris Peygamber’in öğrettiği bu ilmi Fisagoras’ın (Pisagor) hendese ve matematik kitabı haline getirdiğini, Davut ve Süleyman Peygamberler devrinde ise Beyti’l Makdis inşa edilirken hendesenin derlenip divan haline getirildiğini belirtir (4).
Bergama’daki eski hastahanedeki vesikalar, Yunanlıların müziği, fiziksel ve manevî sıkıntıları yatıştırmak amacıyla kullandıklarını göstermektedir (5). İslam medeniyetinde Araplar da müzikle tedaviyi bu bilgiler doğrultusunda kullanmışlardır. 872 yılında Ahmad İbn Tulun Kahire’de böylesi bir bimarhane yaptırmıştır. Arapların medâyin (şehir) bimarhanelerinde uygulanan müzik terapi yöntemlerini Türkler geliştirerek tatbik etmişlerdir. Nizam-ül Mülk’ün gerçekleştirdiği eğitim-öğretim reformunun Anadolu’daki örnekleri Kayseri’de bulunan Gıyaseddin Keyhüsrev Tıp Medresesi ile Gevher Nesibe Darüşşifasıdır. Hastane ile tıp okulunu aynı bünyede barındıran “site-üniversiter” (6) yapıda inşa edilen bu darüşşifa, Osmanlı tıp medreselerine de örnek teşkil etmektedir. Askeri bandonun tarihteki ilk örneği olan mehterin de bu tedavide kullanılması, Türklerin getirdiği yeniliklerden biri olarak görünmektedir.
Vakfiyelerden aldığımız bilgilere göre bimarhanelerde iki çeşit müzik icra eden grup bulundurulmaktadır; fasıl musikisi ve mehter (7). Buradan zaman zaman ritmik, yüksek sesli bir müziğe, belli dönemlerde ise yumuşak etkili bir müziğe ihtiyaç duyulduğu anlaşılabilir. Akıl hastanelerinde müzikle yapılan tedavilerde, agresif tepkileri olan hastalara hafif melodili parçalar dinletildiğinde tedavinin etkili olmadığı görülmüştür. Bunun için önce kuvvetli ve yüksek bir bando müziğiyle başlayıp hastaların dikkatini çekmek ve yavaş-yavaş müziğin şiddetini hafifletip yumuşak parçalara geçmenin gerektiği ve müzik yoluyla uyuyan hastanın rahatladığı belirtilmektedir (8).
Armoninin Türk musiki tarihindeki gelişimine temas ederken öncelikle müzikoloji alanında yazılmış eserlere de bakmamız gerekir. Antik Yunan felsefe, matematik ve fiziği gibi müziğine de temas eden ve Pisagor’u yorumlayan Farabî, öğrencisi İbn-i Sina ve Kutbettin Şirazi’nin kitapları, Batının “Quadrivium”larını (aritmetik, müzik, geometri ve astronomiden oluşan dört yüksek ilim) aşan bir birikime sahiptir (9). Bu bilim adamlarının özellikle müziğe dair verilerine dayanan, Urmevi’nin temelini attığı sistemci okul, XV. yüzyılda Abdülkadir Meragi’nin ilave ettikleri ve düzelttikleriyle tamamlanmıştır. Türk Müziğinin bu sistemi XX. yüzyıla kadar geçerliliğini fazla değişime ihtiyaç duymaksızın korumuştur. Burada, 12 ana makamın burçlara, 6 âvâzenin (seslerin) de güneş etrafında dönen gezegenlere karşılık gelmesi söz konusudur. Seslerin sayısı II. Beyazıt dönemi nazariyecisi Ladikli Mehmed Çelebi tarafından 7’ye tamamlanmıştır. “Devirler” anlamına gelen “edvar” kitaplarında, ahenk ve oranlar üzerinde de ayrıntılı biçimde durulmaktadır (10). Müziğin nazariyesinde yer alan bu kozmik sistemi, Osmanlı mimarisinde de cisimleşmiş vaziyette görebiliriz. XV. yüzyıl yapılarından biri olan Edirne’deki II. Beyazıd Külliyesi Şifahanesi, buna verilebilecek çok güzel bir örnektir. Şifahanenin altıgen planlı bu ilginç bölümünde, merkezi kubbenin altındaki havuzun ve bu alana bakan eyvanda icra edilen müziğin sesi, çevreleyen hücrelere iyi bir yankılanmayla ulaşmaktadır. Evliya Çelebi’nin aktardığına göre, farklı makamlardan özel olarak bestelenen müzik parçalarıyla hastalıklar tedavi edilmektedir (11). Doğa, matematik ve müzik ilişkisinin bu devirde sağlam temeller üzerinde kurulduğu görülmektedir. Mimariye gelince, altın oranın yanı sıra ancak XX. yüzyılda Le Corbusier’nin ortaya koyduğu, insanı temel alan oranlardan geliştirilmiş modüler ölçülere de rastlamak söz konusudur (12). Hatta İslam mimarisinin matematikle ilişkisini araştıran Keith Crichlow’a göre, bu sanattaki belli başlı karmaşık modeller, modern bilim tarafından keşfedilen çeşitli maddelerin içyapısıyla özdeştir (9). Batı düşüncesinde gördüğümüz rasyonalist bir anlayışla parçaları tamamlayarak bütüne ulaşmaya çalışan tüme varım yerine, baştan bütünü kabul edip sentezleyen bir tümdengelim görüşü hâkimdir.
Bu bilgiler doğrultusunda Mimar Hayreddin’in tasarladığı bilinen Edirne II. Beyazıt Şifahanesinin tasarımına baktığımızda, müziğin armonik değerlerini yapının biçiminde ve nispetlerinde kolaylıkla görebiliriz. Altıgen plan üzerinde merkezî kubbeyi çevreleyen kubbeli hücre dizilimi, merkezî yıldız etrafında seyreden gezegenlere benzer bir hiyerarşi sergilemektedir. Osmanlı cami mimarisinde gördüğümüz küresel elamanlarla merkezî kubbeye kademeli geçiş formları; bu kozmik dizilimi, hem biçimsel hem de armonik yapı itibariyle yapının hem iç mekânından hem de dış cephelerinden hatırlatır. Platon’un söz ettiği “kürelerin müziği” kavramını, yapının armonik ölçülerle yükselişinde ve cephelerdeki altın orana uygun ölçülerinde görebiliriz. Nitekim Enver Şengül Edirne Darüşşifası üzerine çalıştığı tezinde, mimaride antik dönemden beri kullanılagelen altın oran ölçülerinin bu binanın ana kütle ölçülerinde ve pencerelerinde kullanılmış olduğunu tespit etmektedir. Bu nedenle estetik yapısı, tedavi edici etkisi ile birleşerek huzur verici anlamına gelen “Hürrem bina” adıyla nitelendirildiğinden de bahsetmektedir. Darüşşifayı gezenlerin binadan mimari olarak çok etkilenmelerinin nedenlerinden birinin de bu olduğunu belirtmektedir (13). Yani yapı yalnızca müzik icra edilen, bu müziği doğru bir akustikle hasta hücrelerine ulaştıran özellikte olmayıp, aynı zamanda kendisi de armonik değerleri barındıran bir tasarımdır. Fatih Devri ve Klasik Dönem Osmanlı mimarisinin birçok yapısını incelediğimizde, tabiattan alınan ve Fibonacci dizinini kapsayan bu oran sistemini görmek mümkündür (12). Akustiğin geldiği noktayı ise Süleymaniye ve Selimiye Camilerinde son raddesinde tecrübe edebilmekteyiz. Mimar Hayreddin’in bu XV. yüzyıl darüşşifasında uyguladığı özgün tasarımı incelemek istersek, altıgen merkezi plana yerleştirdiği bir fasıl platformuna ve odalara kanallarla uzanan fıskiyeli orta havuza dikkat etmemiz gerekir. Müzisyenler için ayrı bir bölüme, geleneksel mimarimizde ancak Mutrib maksuresi yahut “Mutribhâne” ismiyle semahanelerde rastlamaktayız. Altı adet kışlık hasta odası ile biri musiki faslı, dördü yazlık hasta odası olarak toplam beş eyvandan oluşan hücreleri vardır. Merkezi kubbeli mekânı çevreleyen bu hücrelerle, az sayıda personelle çok sayıda hastaya bakma imkânı elde edilmiştir (14). Kışlık odaların kapıları birbirini görmezken, mimaride mahremiyet unsurunun tesiri düşünülmüş olmalıdır. Yine de sosyalleşmeyi gerekli ölçüde sağlayan bir tedavi yöntemi uygulanmakta, hastalar belirli aralıklarla tedavi için yetiştirilen bitkilerin bulunduğu bahçelere çıkarılmakta, güzel çiçek kokularıyla aroma terapi uygulanmaktadır. Odalarda ise Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi dışarıdaki gülistana açılan bir dış bir de iç mekâna yönelik pencereler bulunmaktadır. Geleneksel Türk evinde de gördüğümüz mahremiyet ve sosyalleşmeye aynı anda hizmet veren, gün ışığından maksimum yararlandıran bir mekân anlayışıyla karşılaşıyoruz. Merkezdeki kubbenin aydınlık feneri ile güzel bir havalandırma yapısına da sahip olduğu, doğru havalandırmanın hastane mimarisindeki önemi de unutulmamalıdır. Külliyenin Tunca Nehri kıyısında inşa edilmiş olması, su ile peyzaj ölçeğinde görsel bir irtibatı da sağlamaktadır. XX. yüzyılda “mekân psikolojisi” Batı literatüründe zikredilmeye başlanmış; mahremiyet, sosyalleşme, tabiat ile ilişki kurma, gün ışığından faydalanma gibi kavramlarda mimarinin etkisi tartışılmaya başlanmıştır (15). Bütün verileri değerlendirdiğimizde bu XV. yüzyıl darüşşifasının insan bedenindeki dengenin aslına kavuşması için mimarî yönden de tedavi aracı olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.
Kaynaklar
1) Mahmut Erol Kılıç, “Ebu’l Hukemâ”: Hikmetin Atası, Hermetik Felsefenin İslâm Düşünce Tarihinden Görünümü, Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, 1998/2, yıl:3, sayı:5
2) Bekir Grebene, “Müzikle Tedavi”, Sanem Matbaa, Ankara, 1978: 17
3) Ruhi Kalender, “Ruh Hastalıklarının Tedavisinde Mûsikî” , Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, cilt: XXXI, Ankara – 1989: 271-281.
4) Ca’fer Efendi, Risâle-i Mi’mariyye, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 2005
5) Haşmet Altınölçek, Müzikle Tedavi; Müzikle İletişimin terapide Kullanımı, Kitabevi, İstanbul 2013
6) Gönül Cantay, “Tarih Biliminde Yeni Boyutlar: Yanlış Doğrular”, 38.ICANAS, Tarih ve Medeniyetler Tarihi, Ankara 2007:771-777
7) Osman Şevki Uludağ, Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, lstanbul- 1925
8) M. Sadık Yiğitbaş, Musiki ile Tedavi, İstanbul 1972
9) Seyyid Hüseyin NASR, İslam ve İlim, İnsan Yayınları, İstanbul 2000
10) Nazende Yılmaz, “Mekânda Müzik ve İnsan”, Müzik-Bilim Dergisi, 1; 44-52 Bahar 2012
11) Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt III, Üçdal Neşriyat, 469-470
12) Nazende Öztürk (Yılmaz), “Fatih Külliyesinde Çorba Kapısı”, Akademik Araştırmalar Dergisi, Şubat-Nisan 2003
13) Enver Şengül, Kültür Tarihi İçinde Müzikle Tedavi ve Edirne Sultan II. Bayezid Darüşşifası, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Yrd. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temmuz 2008- Edirne
14) Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik, Cilt V; “Sultan II.Beyazıt Darüşşifası,Edirne”: 74-75 Arslan Terzioğlu, Mittelalterliche islamiche Krankenhauser: 190
15) Daniel L. Ledford,’Psychology of Space’: The Psycho-Spatial Architecture of Paul Rudolph’, Thesis. Yale, 2014. New Haven: Yale Divinity School, 2014
Yazının PDF versiyonuna ulaşmak için tıklayınız.
SD (Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü) Dergisi, Mart-Nisan-Mayıs 2016 tarihli 38.sayıda, sayfa 50-51’de yayımlanmıştır.