Düşünmenin, insana ait bir kabiliyet olduğunu biliyoruz. Aklın bağımsız ve kendine özgü bir eylemi… Gerçekten de insan düşünebilen tek varlıksa bu, insanoğlunu diğer tüm canlılardan ayırmaz ama daha farklı olduğunu gösterir. Düşünme insanın daha üst idrak hallerinin ilk basamağı olduğu halde subjektif varoluşunda ilk basamağıdır. Hatta Descartes’in dediği gibi; “düşünüyorum o halde varım” yani şüphelenmeyle başlayan sorgulayıcı düşünce, varlığın güvenli kanıtı ile son bulur.
Yani insan düşüncesi, diğer tüm canlı varlıklarda kendini gösteren zihinsel faaliyetlerin, belirgin bir farklılık gösteren türüdür. Davranışı, hareketin anlamlı biçimi olarak kabul edersek, tüm canlılarda davranışı oluşturan nedenin niteliğini de düşünce belirler. Düşünmek, ‘düş’ kökenli bir kelimedir. Düşünmek nasıl bir davranış olursa olsun, ‘düş’ kavramının içeriğiyle örtüşür. ‘Düş’ insanoğlunun geleceği algılama becerisi ile var olanı ya da gerçek dünyayı olduğundan faklı kurgulama yeteneğidir. Fakat öncelikle geleceği algılamadır. Sonrası yaşamı, belki de gerçekleşmeyeceğini bile bile iç dünyasından ilham alarak tahmin etme sanatıdır. Hayvanlarda gelecek kavramının bulunmayışı, koskoca bir şimdi içinde yaşamaları, olduğundan farklı bir dünya kurgulayamamaları onları düşlerin bulunmadığı bir dünyada yaşamak zorunda kılar. Düşünce, insanoğlunun geleceği algılamasıyla birlikte bugün anladığımız anlamda belirginleşir. Geleceği kavramak, belki de zorunlu olarak geleceği tahmin etmeyi, bu tahminlerin kalıntıları, yani gerçekleşmemiş gelecekler de, farklı şimdiler kurgulama becerisine yol açabilir. Düşünmenin, diğer tür dünyayı algılama yöntemlerinden ayırıcı özelliği, şimdi olanla yetinmeyip gelecek olan gerçek ya da gerçeküstü olanı kurgulayabilme becerisini içinde taşıyabilmesidir.
Düşünce dediğimiz bu etkinlikten gelecek kavramını çeker alır; algımızı olmuş, olan ve olacak değil de yalnızca değiştirilemez şimdiyle sınırlarsak, belki o zaman bir hayvan gibi düşünebiliriz. Buna da düşünce denirse tabii… Hegel’in dediği gibi belkide hayvanlar ilk idealistlerdi. Çünkü onlar gerçeği aramaz ve saygı göstermez. Çevresini kemirip yiyerek, kendiliğinden nesneleri kendisi için nesne durumuna sokar. Yine Hegel’e göre hayvan yıkıcı bir idealisttir, oysa insan yıkmakla kalmaz yapar, kurar. Çünkü insanın varoluş nedeni çalışmak, üretmek, değişime uğratmaktır. Çalışıp, üretmekse doğal olanı insalsal olanla değişmek, insalsal olana dönüştürmektir.
Elbette düşünce üzerine daha birçok şey söylenebilir fakat meselenin aslı şu ki, düşünme insanı insan yapan bütün bu özelliklerine rağmen aslında insanın en kolay feda ettiği, bilerek ya da bilmeyerek vazgeçebildiği bir şeydir de!. Aktif düşünsel sürecinin yerini alan, daha kolay ve daha az emek sarf ettiren bir süreç olduğu içinde zamanla onun yerine geçen imaj oluşturma ve düşünce yerine kullanmadan bahsediyorum. Düşünce farklı düşünceleri ve dolayısı ile aktif zihinsel bir süreç olan tartışmayı gerektirir. Tartışma olmadığında yalnızca o görüşün temelleri değil, bizzat görüşün anlamı da unutulur. Onu aktaran sözcükler artık bir düşünce uyandırmaz, ya da yalnızca ilk başta iletmeleri istenen anlamın çok küçük bir bölümünü uyandırırlar. Canlı bir kavrayış ve yaşayan bir inanç yerine, ezberlenmiş birkaç söz kalır geriye, anlamdan geriye herhangi bir şey kalırsa, bu yalnızca kabuğudur; öz kaybolur. Konuşmanın yerini sloganların alması gibi, düşüncenin yerini imajların alması da aslında çok ve dolu bir şeymiş gibi görünse de; Hegel’in daha önce bahsettiğimiz kavram – gerçek ilişkisinde gerçeklikten kopuşa neden olduğu gibi gerçeğin detaylı olarak algılandığını zannettirir.