Her canlı varlık çevresiyle iletişim ve etkileşim içindedir. Zaten etkileşim olabilmesi için öncelikle iletişim olmalıdır. İnsan yavrusu da doğduğu ilk andan itibaren çevresiyle iletişime geçer. Aslında bu iletişim doğumdan önce de daha anne karnında iken başlar. Fetüsün nörolojik gelişimi gebeliğin ilk dönemlerinde başlar ve beyin gelişimi, diğer organlara göre çok daha erken dönemlerde meydana gelir. Öyle ki, beyin gelişimin doğrudan bir göstergesi olan baş büyüklüğü, yeni doğan bir bebekte tüm vücudun dörtte biri kadar iken, erişkin bir insanda, diğer organların daha sonra gelişmesine bağlı olarak sekizde bire düşer. Fetüsün, gebeliğin 10-12. haftasından itibaren ağrı duymaya başladığı göz önüne alınırsa çevresiyle iletişime geçtiği de kabul edilebilir. Doğumla birlikte bebeğin ilk nefesini alması ve ilk ağlaması da artık dünya ile iletişime geçtiğinin ilk işaretidir. “Dünyaya gelmek”, dünya ile iletişime geçmek demektir.

Çocuklar ilk nefesle birlikte bizimle iletişime geçtikleri gibi biz de onları ilk gördüğümüz andan itibaren onlarla iletişime geçmiş oluruz. Doğal olarak bu ilk iletişim şekli sözel (linguistik) değil, vokal, davranışsal ve vücut dili iledir. Çocuklar büyüyüp geliştikçe iletişim yöntemleri de değişir ve çeşitlenir. Bu nedenle çocuklarla iletişimde temel nokta, çocuğun bulunduğu yaş dilimi ve gelişmişlik düzeyine göre hareket etmektir. Zaten çocuğun sağlıklı gelişmesi de aslında kurulacak sağlıklı iletişime bağlıdır. Çocuğun sağlıklı gelişmesi, toplumumuzun ilerideki sosyal, kültürel, ekonomik vb. hayat kalitesini ve toplumsal refahı etkileme kapasitesine sahip olduğu için çocuklarla kurulacak sağlıklı iletişimin geleceğimize yapılacak en büyük yatırım olduğu söylenebilir. Çocukları, küçük erişkin olarak kabul etmek yerine tüm haklara sahip birer birey olarak benimsemek, kendi özel ihtiyaçları ve yetenekleri bulunduğunu kabul etmek, onları dinlemek ve saygı ve empati göstermek gerekir. 1989 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukların tüm haklara sahip, “tam” bir birey olduğunu ve hayatlarının her döneminde mümkün olan en iyi şartlara sahip olmaları gerektiğini belirtir. Çocuklar ne kadar ağır ve kötü şartlar altında olursa olsun, “pozitif” iletişime her zaman olumlu yanıt verirler ve kendi potansiyellerini tam olarak geliştirebilirler.

Hayatın ilk 18 yıllık dönemini içeren çocukluk çağı, kendi içinde birkaç bölüm halinde incelenebilir. Hayatın ilk 1 ayı yenidoğan dönemi, ilk 2 yılı ise süt çocukluğu dönemi olarak adlandırılır. Daha sonraki dönem, oyun çocukluğu ve okul öncesi çağ olarak nitelendirilir. Okul çağını ise adolesan (ergenlik) dönemi takip eder ve 18 yaşını bitirmiş birey, ergin olarak kabul edilir. Çocukların davranışsal ve kognitif gelişimi daima belirli bir sıra izler ancak çocuktan çocuğa gelişim hızı yavaş veya hızlı olabilir. Yaşam, büyüme ve gelişme birbirini etkilediği için iletişim de her üçünü kapsayacak şekilde holistik tarzda olmalıdır. Diğer bir deyişle, verilecek mesajlar çocuğu bir bütün olarak kapsamalı, tek bir konuya odaklanmamalıdır. İletişimin çocuğun yaşına uygun olması temel ilkedir. Bir başka temel ilke ise çocuğun ailesi içinde var olduğunun dikkate alınarak aile ile de sağlıklı iletişim kurmaktır. Bu bağlamda erişkinlerin rol model olması son derecede önemlidir. Bir başka önemli nokta, iletişimin daima olumlu yönde ve çocuğun yeteneklerini ve öz güvenini geliştirici tarzda olması, her çocuğun farklı ihtiyaçlarını ve özelliklerini göz önüne alarak yapılmasıdır.

Çocuklarla “erişkin merkezli iletişim” değil “çocuk merkezli iletişim” kurmak esas olmalıdır. Çocuk merkezli iletişim, yalnızca araya çocuk karakterler koymak veya çocuklara özel jargonla konuşmak demek değildir. Her yaş grubuna uygun görme, işitme, hayal etme ve yaratma yeteneklerini harekete geçirecek tarzda iletişim stratejileri geliştirilmek esastır.

Yaş Dönemlerine Göre Çocuklarla İletişim

Yenidoğan ve süt çocukluğu döneminde çocukların konuşma yetileri henüz gelişmediği için formel dil ile iletişim kuramazlar. Ancak göz temasından ve davranışlardan her zaman etkilenirler ve birkaç aylıktan itibaren de söylenilenleri anlamaya başlarlar. Anlama, genellikle söylenilen kelimelerin tonu, hızı ve yüksekliğini anlama şeklindedir. Hoşlandıkları kelimelere ve cümlelere gülerek ve neşeyle karşılık verirken, hoşlanmadıkları kelime ve cümlelere surat asarak veya ağlayarak cevap verirler. Anne karnında iken belirli sesler veya müzik parçaları dinlettirilen çocukların doğumdan sonra da aynı sesleri duydukları zaman sakinleştikleri gösterilmiştir. Anne karnındaki çocuğun en fazla duyduğu ses, annesinin kalp sesleri ile annesinin sesidir. Dolayısıyla doğumdan sonra da en rahat ettiği ve sakinleştiği yer annesinin kucağıdır, zira artık “güvenli” bir yerdedir. Bebekleri uyutmak için söylenen ninnilerin sözlerinin çoğu anlamsızdır ancak metnin prozodisi ve söyleyiş tonundan etkilendikleri için rahat bir şekilde uykuya dalabilirler.

Oyun çağı ve okul öncesi dönemde hekime getirilen çocuklarda iletişim genellikle çocuğun ailesi, sıklıkla da annesi ile olmaktadır. Ancak bu dönemde çocukların konuşma yetileri gelişmiş olduğundan çocuklarla doğrudan iletişim unutulmamalıdır. Bu dönemde çocuklar her şeye meraklıdır, özgüvenleri gelişmektedir, tekrarlardan, taklitten, dans etmekten, hareketten ve her konu hakkında sonsuz soru sormaktan mutlu olurlar. Onların bu isteklerine uygun şekilde karşılık verebilmek için çocuğun yaşına uygun kitaplar, şarkılar, oyuncaklar önemli desteklerdir. Çocuğun basit seçimler yapmasına ve kendi fikirlerini söylemesine imkân tanınmalı ve desteklenmelidir. Böyle bir çocukla hekimin iletişim kurması da kolay olur.  Çocuğun sevildiğini ve güvenlik içinde olduğu duygusu verilmeli, duygu ve korkularının normal olabileceği söylenmelidir.

İlkokula başladıktan sonra çocuklardaki merak duygusu daha da artar. Dil yetenekleri daha da gelişir, birçok yeni bilgi ve beceri öğrenir ve çevresiyle daha fazla ilgilenmeye başlar. İlk yıllardaki egosantrik hayattan yavaş yavaş sosyal hayata geçmeye başlar, kendi cinsiyetine uygun davranış kalıpları ve arkadaşlıklar geliştirir, problem çözme yetenekleri gelişir. Olaylar arasındaki nedensellik bağını öğrenir. Daha fazla bağımsızlık çabası, daha fazla kazaları da beraberinde getirir. Bu dönemde etrafında gördüğü ve duyduğu her şey, davranışlarını ve fikirlerini etkilemeye başlar. Doğru ve yanlışı öğrenir ve bu konuda seçimler yapmaya başlar. Dolayısıyla bu dönemdeki çocuklarla kurulacak iletişimde daha açıklayıcı bir dil kullanmak doğru olur. Çocukların kendileri veya çevreleri hakkındaki olumlu düşünceleri desteklenmeli, rehberlik yapılmalı, kendi beceri ve yeteneklerini denemelerine ve geliştirmelerine olanak sağlanmalıdır. Bu dönemdeki çocuklarla konuşurken kendi istek, duygu, düşünce ve endişelerini anlatmalarına izin verilmeli, sözleri kesilmemelidir. Erişkinler için önemsiz gibi görünen birçok olayın veya fikrin onlar için çok önemli olduğu bilinmelidir. Rol model olarak çocuğa merhamet, şefkat, problem çözme, empati yapma öğretilmeli, bu amaçla bulmaca, beyin oyunları, tekerlemeler vb. kullanılmalıdır. Arkadaşlık, dostluk, fedakârlık gibi konularda “doğruyu yapan” çocuklara ilişkin öyküler, filmler, kitaplar çocuğun gelişimine yardımcı olacaktır.  Muayeneye gelen bir çocuğun kendini ifade etmesine olanak sağlanması hem güven duygusunun gelişmesini hem de çocuğun iş birliğini sağlar.

11-12 yaşından sonra adolesan dönemi başlar. Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olan bu dönem hem gençler için hem de erişkinler için zorlu ve fırtınalı olabilir. Çocukta meydana gelen birçok fiziksel, ruhsal, sosyal, duygusal ve kognitif değişiklikler, duygusal gel-gitler, aşırı davranışlar söz konusudur. Rasyonel düşünme ile irrasyonel riskli davranışlar, erişkin tipi sorumluluk alma ile çocuksu kırılganlıklar sıktır. Adolesanlar, rasyonel plan yapmakta, öncelik belirlemede, davranışlarının neticesini öngörmede zorlanabilirler. Adolesanlar için arkadaşlar ve arkadaşların söylemi, aileden çok daha önemlidir; bu nedenle aile içi çatışmalar nadir değildir. Arkadaş baskısı ne kadar antisosyal, sağlıksız veya riskli olursa olsun birçok kararda belirgindir. Bu çatışmaların ortaya çıkmasında ve çözülmesinde aile içi ve toplumsal kültür, gelenekler ve davranış tarzı önemlidir. Hekimin de adolesan bir hastaya yaklaşırken içinde bulunduğu çevreyi ve gelmiş olduğu aşamayı iyi analiz etmesi ve ona göre hareket etmesi gerekir. Buyurgan, otoriter ve baskıcı bir dil, hekim ile adolesan ilişkisinin oluşmasını önler veya oluşmuş ilişkin zedelenmesi sağlar. Adolesanlara sevecen ve empatik bir dille rehber olmak, sorunlarına ilgi göstermek, pozitif rol model göstermek, yaptıkları hatalardan öğrenmelerini sağlamak ve doğru seçimleri yapmalarına olanak sağlamak gerekir.

Çocuklarla İletişimin Özellikleri

Çocuklarla olan iletişimde “yap” “yapma” tarzı söylemin ne kadar etkili olduğu tartışmalıdır. Yapılan birçok araştırmada çocuklarda korku oluşturan söylemlerin etkili olmadığı, hatta uygun bir alternatif sunulmadığı zaman bumerang etkisi ile negatif davranışlara neden olabildiği gösterilmiştir. Sevildiği ve güvende olduğunu hissetmeyen çocuk sorunlarıyla baş etmede başarısız olmaktadır. Saygı gördüğünü ve düşüncelerine önem verildiğini hisseden çocuk ise daha sağlıklı seçimler yapmakta ve topluma daha fazla uyum sağlamaktadır. Unutulmamalıdır ki, çocukların maruz kaldıkları her şey onları etkilemektedir. Bu etkilenme, bilinç düzeyinde olabildiği gibi, bilinçaltı düzeyinde de olabilmektedir.

Birçok iletişim uzmanı her seferinde tek bir mesaj üzerine odaklanmanın daha doğru olduğunu belirtir. Çocuklar için de aynısı geçerli olmakla birlikte, çocuğa holistik yaklaşım yapmak unutulmamalıdır. Zira bir çocuk iyi beslenebilir ama sevgiye aç olabilir veya çok sevilir ama fiziksel ya da duygusal olarak kırılgandır. Bu eksiklikler, çocuğun tüm sağlık durumunu etkileyebilir. Örneğin bir çocuğa aşı yapılacağı zaman, kendisini rahatlatması için güzel sözler söylenebilir, hangi koldan aşı olmak istediği sorulabilir, şarkı söylemesi veya oyuncağı ile oynaması teşvik edilebilir. Böylece hem sağlığı korunmuş olur hem de çocuğun öz güveni, seçme hakkı ve duygusal direnci sağlanmış olur. El yıkama öğretilirken, yıkaması gereken süreye uyan bir şarkı söylemesi istenebilir, parmakları teker teker sayılabilir, bitirdikten sonra tebrik edilebilir. Böylece hem sağlık ve hijyen hem de okula hazırlık ve öz güveni sağlanmış olur.

İlk yaşlardan itibaren çocukların en önemli öğrenme yollarından biri taklittir. Çocuklar çevrelerindeki insanları, başta ebeveynleri, öğretmenleri, arkadaşları olmak üzere taklit ederler. Dolayısıyla çocuğun etrafındaki kişilerin kendi hareket, davranış ve söylemlerine dikkat etmesi çok önemlidir. “Çocuktur, nasıl olsa anlamaz!” düşüncesi doğru değildir. Zaten çocuklar büyüdükçe, kendilerine anlatılan ile çevrelerindeki yapılanlar arasında fark gördükleri zaman bunu sorgulamaya başlarlar. Çocukların sık görülen korkularını göz ardı etmemek fakat abartmamak ve aşırı dramatize etmemek gerekir. Adolesanlarda arkadaşlarını taklit etme daha baskın hale gelir. Adolesanlarda zor deneyimlerini ve duygularını dinlemek, empati kurmak, korku ve suçluluk duygularını anladığını belirtmek ve çözüm yolları konusunda “beyin fırtınası” yapmak, onlara değerli olduklarını hissettirecek ve rahatlamalarını sağlayacaktır. Buyurgan ve emir verici tavırlar ise iletişimin tamamen kopmasına yol açabilir.

Çocuklarla yapılacak sağlıklı iletişim, onlarla olan bağlarımızı güçlendirir ve onların da bizi dinlemesini kolaylaştırır. İletişim esnasında çocukların konuşmasına fırsat tanımak ve konuşmaları konusunda cesaretlendirmek gerekir. Çocukların yalnızca güzel şeyleri değil, sıkıntı, endişe, üzüntü ve öfkelerini de anlatmalarına izin verilmelidir. Çocuklar konuşurken vücut dillerine ve kelimelere yaptıkları vurgulara da dikkat edilmelidir. Değişik yaştaki çocukların konuşma süresine dikkat edilmelidir. Küçük çocukların dikkatlerini daha kısa süre toplayabilecekleri bilinmelidir. Onu anladığınızı belirtmek için söyledikleri tekrar edilebilir. Çocuğun söyledikleri kesilmemeli, “ağzına tıkılmamalıdır.” Söylediği sorun da hemen çözülmeye uğraşılmamalıdır; belki de yalnızca anlatmak ve söylediklerine önem verildiğini görmek istiyordur. Sözünü bitirmesini beklemek ve ondan sonra konuşmak en iyisidir. Yapmasını istenilen şeyler basit ve net bir dille anlatılmalıdır. Eleştiri ve utandırmaktan kaçınılmalıdır. Yanlış bir hareket görüldüğünde, niçin o hareketi tekrar yapmaması gerektiği anlatılmalıdır. Erişkinler de diğer insanlarla saygılı bir şekilde konuşarak rol model olmalıdır.

Vücut dili konuşma dilinden daha fazla bilgi vericidir ve gerçekçidir. Aslında tüm insanlar, kendilerine benzeyen ve kendileri ile uyum içinde olan kişilerden daha fazla hoşlanır ve onların yanında daha olurlar ve onlara güvenirler. Hekim, kendi yüz ifadesi, ses onu ve jestlerinin çocukta nasıl bir reaksiyon oluşturduğunu sürekli gözlemlemeli ve sözlerini ona göre ayarlamalıdır. Hekimin giyimine ve dış görünüşüne özen göstermesi güven kazanmasını kolaylaştırır. Bunun için mümkün olduğu kadar temiz, düzenli, bakımlı ve iyi giyimli olması gerekir. Kendine özen göstermeyen kişi, başkalarından da kendisine saygı beklemiyor demektir.

Tüm hastalarda olduğu gibi çocuklarda da mahremiyet çok önemlidir ancak genellikle “çocuk” olduğu için dikkat edilmez. Uygunsuz ortam koşulları iletişimi olumsuz etkileyeceği için tüm görüşmelerin mümkünse ayrı bir odada, başkalarının duymayacağı şekilde yapılması gerekir. Büyük çocuklara ismini, yaşını ve diğer bilgileri sormak ve şikâyetlerini bir de çocuktan dinlemek faydalıdır.

Yenidoğanlar dahil tüm çocuklardan bahsederken çocuğun ismiyle hitap etmek veya çocuğun ismini söyleyerek çocuktan bahsetmek gerekir. Çocukların yanında yalnızca ailelerle konuşmak ve çocukları ihmal etmek doğru değildir. Hastanede çalışan kişi çocuk hastayla karşılaştığı zaman öncelikle kendini tanıtmalı, kendi görevini söylemeyi ve görüşmenin içeriği ve amacı hakkında bilgi vermelidir. Böylece aile ve çocuk hekim ile iş birliği içine girer; aksi takdirde aile bazı konuların hekimi “ilgilendirmediğini” düşünerek tam ve doğru bilgi vermeyebilir. Görüşme odasında çocuğun oyun oynayabileceği bir alan olması iyi olur. Ancak görüşmeyi ve muayeneyi engelleyecek tarzda gürültülü ve dikkat dağıtıcı eşyalar bulunmamalıdır. Genel olarak çocuklarla konuşurken suçlayıcı, damgalayıcı, itici, otoriter, yabancı, yargılayıcı, eleştirici ve üstünlük belirtici davranışlardan kaçınılmalıdır. Aşırı miktarda ve sorulmayan konularda bilgi vermek, erken veya uygunsuz güven vermek, aşırı güven vermek, bir durum veya düşünceyi inatla savunmak, klişe deyimler veya sözler kullanmak ve kapalı uçlu, kısa sorular sorarak çocuğun duygularını belirtmesini engellemek gibi iletişim engellerinden de kaçınmak gerekir.

Çocuğu övme olabildiğince sık yapılmalı, başkalarının duyması sağlanmalı, içten duygular belirtilmeli ve uygun bir beden dili seçilmelidir. Buna karşılık herhangi bir eleştiri yapılacak ise yalnızken yapılmalı, açıkça anlaşılması sağlanmalı, haklı övgülerle birleştirilmeli ve kızgınken vazgeçilmeli, sakinleşmeyi beklemelidir. Eleştiriler de uygun bir beden diliyle sunulmalıdır. 

Çocuğun hastaneye yatırılması durumunda çocukla birlikte ailede de endişeler artar. Bu dönemde aileler şok, korku, aşırı kaygı, acizlik hissi, durumun gerçekliğini kavramada gecikme yaşayabilir ve kızgınlık, suçluluk gibi karmaşık duygulara sahip olabilirler. Ailenin duygusal tepkileri şiddetten inkâra, öfkeden depresyona, suçluluktan durumu kabule kadar birçok farklı şekilde olabilir. Özellikle ilk şok aşaması, hekim ile aile arasındaki iletişimin başladığı, iletişim açısından en sorunlu dönemdir. Aileler, söylenilenleri kavramada zorlanabilir, endişe ve kaygılarını çocuklarına yansıtabilir ve mantıklı düşünmeleri ve karar vermeleri zorlaşabilir. Ekibin aileye tanıtılması ve ailenin kiminle konuşacağını bilmesi başlangıç için önemlidir. Aileye zaman ayrılması, konuşma sırasında tıbbi terminolojiden kaçınılması gerekir. Yüz yüze kurulan ilişkide algılanan anlamın %10’u kelimelerden, %30’u ses tonundan, %60’ının ise mimiklerden anlaşıldığı göz önüne alınırsa çocuklarla olan iletişimin de aslında erişkinlerdekinden çok farklı olmadığı, yani %90 sözsüz olduğu anlaşılır.

Çocuklara fikirlerinin önemli olduğu belirtilmelidir. Bunun için öncelikle çocuklara zaman ayırılmalı ve çocuklar dinlenmelidir. Dinleme, kelimeleri işitmekten ibaret değildir. Çocuk acil servisinde yapılan bir çalışmada, hekime söylenen ifadelerin ancak %12’si çocuklar tarafından ifade edilmiş, annelerin her 156 cümlesine karşılık çocukların 20 cümlesi olduğu tespit edilmiştir. Yaş ilerledikçe çocuklar daha fazla konuşmaya başlamakta ve kendi cinslerinden olan hekimlerle de daha fazla konuşmaktadırlar. Çocukların her zaman doğru konuşması teşvik edilmeli ve ödüllendirilmelidir. Örnek olmak açısından hekim ve aile de doğru konuşmalıdır.

Kronik Hastalığı Olan Çocukla İletişim

Kronik hastalığı olan çocuklar ve aileleri genellikle hastalıkları hakkında oldukça detaylı bilgilere sahiptir. Bu hastalarda mortalite ve morbiditenin fazla oluşu hayat kalitesini doğrudan etkiler.  Böylece hastanın tedaviye uyumu, doktora güveni ve tedavi sonuçları daha sağlıklı olur. Aksi takdirde korku, endişe, tedaviyi erken bırakma gibi istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir. Ancak çocuk hastalarda karar verme süreci, hekim-aile arasında veya hekim-aile-çocuk üçgeninde meydana geldiği için biraz daha zorlu ve karmaşık olabilmektedir. Çocuğun giderek büyümesi ve gelişme aşamalarından geçmesiyle de davranış şekillerinin değiştirilmesi gerekecektir. Çocuklar büyüdükçe ve adolesan çağ ilerledikçe tedavi, girişim veya diyet gibi birçok konuda kararı kendi almak isteyebilir. Ebeveynin kendilerine güvenmemesini ise bir çatışma alanı olarak görebilirler. Özellikle adolesanlar risk almayı sevdikleri için tedavilerini aksatabilirler veya itiraz edebilirler. Bazı çocuklar ise bu kararları kendileri almak istemelerine rağmen korkabilirler ve yine son sözü ebeveynine bırakabilirler. Hatta bazı çocuklar, ebeveyninin kendi kararlarını engellediğini düşünebilir. Çocuk bir yandan da annesi ile hekim arasındaki ilişkiyi gözlemlemekte ve rol model olarak bu ilişkiyi örnek almaktadır. Dolayısıyla hekim ile ailenin sağlıklı ilişkisi çocuğun gelecekte hekimiyle kuracağı ilişki açısından da belirleyici olabilmektedir.

Birçok kez, hekimin, ailenin veya çocuğun öncelikleri farklı olabilmektedir. Zira uzun süreli hastalığın yarattığı psikolojik sorunlar aile ve çocuğun hastalığa yaklaşım şeklini değiştirebilmektedir. Bu süreçte, ailenin ve çocuğun kültürel, sosyal, ekonomik veya dini altyapıları her vakada ayrı bir strateji geliştirilmesini gerektirmektedir. Birçok hekim verdikleri kararda sürviyi önceleyip istatistiksel sonuçlara göre hareket ederken çocuklar ve/veya ebeveynler hayat kalitesini ve uzun dönemdeki prognozu önceleyebilirler. Çocuklar ise arkadaşlarıyla oynama, eğlenme ve gezmeyi öncelediği için hekimleri, kendi özgürlüklerini kısıtlayan kişiler olarak görebilirler. Başkalarının sürekli olarak kendi adına karar aldığını gören çocuk, soru sormaya utanabilir veya sorarsa “aptal görünmekten” korkar. Kronik hastalığı olan çocuğun aile tarafından aşırı korunma altına alınması çocukta da psikolojik bozukluklara neden olabilir ve böyle bir çocukla iletişim kurmak zor olabilir. Örneğin sürekli kullanması gereken ilaçlarını almayan bir adolesanı ailesi “isyankâr” olmakla itham ederken çocuk ilaçların yan etkilerinden dolayı almak istemediğini ileri sürebilir. Bazı aileler çocukların hastalık hakkında fazla bilgi sahibi olmasını istemez ve hekimden öğrendiği bilgileri çocukları ile paylaşmaz. Bu durum ileride çocukla aile arasında daha büyük sorunların çıkmasına neden olabilir, çünkü çocuklar kendi vücutlarında neler olup bittiğini öğrenmek isterler. Çocukların kendi kararlarını vermelerine alıştırmak da önemlidir. Küçüklükten beri yaşına uygun kendi kararlarını vermeye alışkın olan bir çocukla iletişim kurmak ve kendi kararını vermesini sağlamak çok daha kolaydır.

Çocuklar aile içinde yaşadıkları için aslında çocuklarla kurulan iletişim, aileyle kurulan iletişim demektir ve aile bireyleriyle kurulan iletişim, çocuklarla kurulan kadar önemlidir. Çocukla ve aileyle olan iletişim yalnızca birtakım bilgilerin verilmesinden ibaret değildir ve zaman içinde gelişecek bir ilişkinin temel taşıdır. Böylece hekim ailenin yapısı, ihtiyaçları, hedefleri, ümitleri, korkularını öğrenir ve ona göre davranış yöntemleri geliştirir. Bu özellikler göz önüne alınmadan yapılacak iletişimin etkili olması mümkün olmadığı gibi çocuğun tedavisine katkıda bulunması veya faydalı olması da olanaksızdır. Dolayısıyla çocukla kurulacak her bir iletişim, aslında daha geniş kapsamlı bir ilişki ve iletişimin bir parçasıdır. Özellikle kronik hastalığı olan veya prognozu kötü bir hastalıkla boğuşan bir çocukta bu tür iletişim çok daha önemlidir. Zira aileyle/çocukla bir kere değil, defalarca görüşmek gerekecektir.  Gerek etik gerekse yasal açıdan hastaya uygun tedaviler yapılabilmesi ve onamının alınabilmesi için iletişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekir. Bazı aileler hekimin doğrudan çocukla konuşup ona bilgi vermesini isterken bazı aileler ise hekimle kendileri konuştuktan sonra çocuklarına bilgileri kendileri vermek isteyebilirler. Zira bazı aileler çocuklarının hastalıklarını ona söylemek istemeyebilirler. Bu durumda hekimin aileyle konuşması, endişelerini öğrenmesi ve korkularını gidermesi gerekir. Aileye gerekli zamanı ayırmak, konuşma esnasında telefon vb. gibi dikkat dağıtıcı unsurlardan uzak durmak, aileye ve çocuğa değer verildiğini göstermesi açısından önemlidir. Bu süre içinde çocuk hiçbir şey konuşmasa bile hekimin birlikte oturarak sessiz bir şekilde zaman geçirmesi bile kuvvetli bir iletişim yöntemidir. Eğer çocuğun tedavisinde multi-disipliner bir ekip görev alıyorsa ekibin kendi arasında toplanıp çocuğun durumunu değerlendirmesi ve uygun iletişim yöntemleri hakkında konuşması, iş birliği ve iş bölümü yapması faydalı olur.

Kronik hastalıkların tedavisi sürecinde çocuklarla iletişim çatışmalarına sık rastlanır. Bu çatışmalar 3 aşamada incelenebilir. İlk aşama hafiftir ve genellikle çatışmaya neden olabilecek risk faktörlerini içerir. Hekimin çocuğun adını veya cinsiyetini yanlış söylemesi veya medikal terminoloji kullanması, çocuğun durumu veya prognozu hakkında çelişkili bilgiler vermesi ailenin hekime güvenini sarsar. İkinci aşamada ailenin ve hekimin önyargıları biraz daha netleşmiştir. Aile çocuğunun iyi bakılmadığını, ilaçlarının doğru ve zamanında verilmediğini vb. düşünebilir. Hekim de artık bu aile ile daha fazla uğraşmak/çalışmak istemediğini düşünebilir. Son aşamada ise aile ve hekim arasındaki ilişki kopma noktasına gelir. Hekime karşı sözel veya fiziksel tehdit, hatta şiddet olabilir. Bu durumda artık çocuğun çıkarının korunmasından çok çatışmanın kendisinin çözümlenmesi gerekir.

Yapılması gereken, daha ilk aşamada iken durumu fark edip gerekli tedbirleri almaktır. Çatışma, taraflardan birinin girişimi olmaksızın ortadan kaldırılamaz. Çatışmanın kök nedeninin ortaya çıkarılması, aileyle ortak bir karara varılması ve aileye değer verildiğinin ve dinlenildiğinin hissettirilmesi önemlidir. Kendileri de anne-baba olan sağlık çalışanlarının ailelerin hissiyatlarını anlamaları daha kolaydır.

Acil Serviste Çocuklarla İletişim

Acil serviste ise hekim-çocuk ilişkisi daha farklıdır. Hekim hastayı belki ilk ve son kez görüyordur ancak hastanın acil sorununu tanımlaması ve tedavi etmesi gerekmektedir. Bu süreçte öykü alma, fizik muayene yapma, tedaviyi düzenleme ve rehberlik etme görevlerini yerine getirmesi gerekecektir. Birçok hastanın aslında acil olmayan problemler için de acil servisleri kullandığı göz önüne alındığında bu ailelerin ve çocuklarında uygun şekilde yönetilmesi gerekecektir. Ailelerde de endişe en üst düzeydedir. Bu stresli ortamda hem aileyi hem de çocuğu rahatlatmak, tanı ve tedaviyi uygun şekilde düzenlemek için iletişim yöntemlerini çok profesyonelce kullanmak gerekir. Hasta şikayetlerinin büyük bir kısmı, acil serviste karşılaşılan iletişim hatalarıyla ilişkilidir. Özellikle adolesan hastanın mahremiyetine önem vermek ve hastanın güvenini kazanmak çok önemlidir. Birçok adolesan, mahremiyetten emin olmadığı için acil servislere veya hekimlere başvurmaktan çekinmektedir.

Bazen çocukla iletişim kurmak zorlaşabilir. Özellikle klinik olarak işlerin iyi gitmediği durumlarda çocuktaki veya ailedeki öfke veya ümitsizlik hekime yansıtılabilir ve en tecrübeli hekim bile aileyle baş etmekte zorlanabilir. Ailenin çocuğu için “her şeyin yapılmasını istemesi”, buna karşılık medikal, cerrahi veya altyapı olarak yapılabilecek olanların sınırlı olması, çatışmayı daha da artırır. Gerek aileler gerekse hekimler suçluluk, üzüntü, kırılganlık, endişe, belirsizlik, yorgunluk, öfke, korku, çaresizlik ve kin duyguları içinde bulunabilir.  Böyle bir durumda öncelikle aileyle bir araya gelip durumu sakin bir şekilde değerlendirmek, ailenin beklentilerini öğrenmek ve şeffaf bir şekilde onlara güven vermek gerekir. Bu durum hekim için de zorlu olabilir. Hekimin de kendi kendine düşünmesi ve durum değerlendirmesi yapması gerekebilir. Kıdemli hekimlerin genç hekimlere bu konularda rehberlik yapması faydalı olur.

Sonuç

Çocuklar, yaşları ne kadar küçük olursa olsun birer “birey”dir ve saygı görmeyi hak ederler. Çocuklarla olan iletişim, hem aileyi hem de çocuğu içine alan ve çocuğun hakları gözeten holistik bir yapıda olmalıdır. Çocukların yaş dönemlerine göre farklı iletişim stratejilerinin uygulanması önemlidir ve öğrenilmesi gereken bir süreçtir. Çocuklar söz konusu olduğunda iletişim sanatının daha sofistike bir şekilde icra edilmesi gerekmektedir.

Kaynaklar

Barclay S. Recognizing and Managing Conflict Between Patients, Parents and Health Professionals. Pediatrics and Child Health 2016; 26(7): 314-318.

Bernzweig J, Takayama JI, Phibbs C, Lewis C, Pantell RH. Gender Differences in Physician-patient Communication. Evidence from Pediatric Visits. Arch Pediatr Adolesc Med 1997; 151: 586-591.

Goyal MK. Communicating with the Adolescent: Consent and confidentiality issues. Clinical Ped Emerg Med 2015; 16(2):96-101.

Gutman T, Hanson CS, Bernays S et al. Child and Parental Perspectives on Communication and Decision Making in Pediatric CKD: A Focus Group Study. Am J Kidney Dis 2018; 72(4): 547-559.

Kolucki B, Lemish D. Communicating with Children. UNICEF 2011. ISBN: 978-0-578-09512-7.

Mollen CJ. Communicating in the Emergency Department. Clinical Ped Emerg Med 2015; 16(2): 75.

Nobile C, Drotar D. Reseacrh on the Quality of Parent-provider Communication in Pediatric Care: Implications and Recommendations. J Dev ehav Pediatr 2003; 24: 279-90.

Tates K, Meeuwesen L. Doctor-patient-child Communication. A (re)view of the Literature. Soc Sci Med 2001; 52: 839-51.

SD (Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü) Dergisi Haziran, Temmuz, Ağustos, 2020 tarihli 55. sayıda sayfa 46-51’de yayımlanmıştır