Anadolu’nun küçük şehirlerinde üniversite kurmak da, o üniversitelerde hocalık ya da öğrencilik yapmak da zor şeyler. Ne yapsanız, ne başarı gösterseniz ülke gündemine gelmek pek kolay değil. Bu, bilinen bir kalıp. Lakin güzel kalpli bir adam, güzel kalpli bir kadın sabırla suladığı topraktan filizleri yeşertebiliyor. O zaman bir şehir üniversitesi “Bu oyunda ben de varım” diye gür bir ses çıkartabiliyor. Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay, o güzel adamlardan biri. Sokaklarında büyüdüğü Mardin’e yıllar sonra üniversite rektörü olarak geri döndü. Dönerken heybesinde onlarca projesi, hayalleri vardı. Şimdi birer ikişer o fikirleri hayata geçiriyor. Serdar Bedii Hoca, bu sayının röportaj konuğu.
‘Haiku’ adlı klasik Japon şiirinden tercümeler yaptım
Nerede doğdunuz, bize biraz çocukluğunuzu, anne-babanızı, kardeşlerinizi, mahalle arkadaşlarınızı anlatabilir misiniz?
Mardinli bir memur ailesinin çocuğu olarak Ankara’da doğdum. Babam subay, annem İngilizce öğretmeniydi. Evimiz, babamın ve annemin özellikle meraklı oldukları İslami ilimler, edebiyat ve tarih sohbetlerinin yapıldığı bir medrese gibiydi. Kıymetli dostlarıyla gece geç saatlere kadar süren doyumsuz sohbet ve okumaların tadı hala damağımdadır. Ben de, kardeşim de böyle bir kültür ortamında büyüdük. Kardeşim ilahiyat okudu; arkadaşlarımız da hep tefekkür ve zihni tekâmül peşinde olan insanlar oldu. O arkadaşlardan en güzeli de şimdi eşim.
İlk ne zaman evden ayrıldınız? Nerelerde eğitim aldınız?
İlkokulu bitirdikten sonra hep leyli okudum. Babam gelişmemiz için gerekli görüyordu. Ankara Anadolu Lisesi’nde ortaokulu, Ankara Fen Lisesi’nde liseyi, Hacettepe Tıp Fakültesi’nde tıbbiyeyi okudum. Dâhiliye ihtisasını Ege Tıp Fakültesi’nde yaptım.
Japonya seyrüseferiniz nasıl gelişti? Ne yaptınız oralarda, neler gördünüz, neler yaşadınız?
Muhakkak akademik gelişimimde yurtdışı tecrübesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Tasavvufa ve mistik felsefelere duyduğum ilgi sebebiyle, kendimi zenginleştirmek için Uzak Doğu’yu seçtim. Hematoloji bilimi de atom bombası acı tecrübeleri sebebiyle çok gelişmiş durumdaydı. Orada hematolojik moleküler biyoloji, hücresel tedaviler, kök hücre biyolojisi üzerine çalıştım, Ph. D. aldım ve klinik hematoloji ihtisası yaptım. Tabii ki, mistik Budist felsefe üzerine araştırmalar yaparak çeşitli Budist manastırları ziyaret ettim. ‘Haiku’ adı verilen klasik Japon şiirine ilgi duydum ve tercümeler yaptım.
Tıp, kapsayıcı bir ilim; ne felsefeden, ne edebiyattan, ne de güncelden kopabilir
Bize biraz Serdar Bedii Hoca’yı anlatır mısınız? Sert, korkutucu bir mizacınız yok gibi. Nasıl bir hocasınız, öğrencilerinizle diyaloglarınız nasıl?
Mizaha, Aristo’nun tanımıyla hayatın içindeki ironi ve gülmeceye ilgi duyuyorum ve hoca-öğrenci ilişkilerinde yararlanıyorum. ‘Bilinçli ihmalkârlık’ konusunda müsamaham maalesef düşük, bu da bazen asistan ve öğrencilerimle aramda soruna sebep olabiliyor.
Trabzon’da, KTÜ’deki derslerinizde sinema, edebiyat, din gibi pek çok unsur hakkında alıntı yaptığınız söyleniyor. Tıp eğitiminin ufkunun nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Hekim ile hakîm kelimeleri hem ontolojik hem etimolojik olarak akraba kelimeler. Meslek yaşamında da bu akrabalık devam etmeli. Tıp, kapsayıcı bir ilim; ne felsefeden, edebiyattan, ne de güncelden kopabilir. Farklı entelektüel katmanlarda hastalarıyla hekim nasıl iletişim kuracak? Tedavide nasıl başarılı olacak? Hepimiz biliyoruz ki, hekimliğin reçete yazmakla bir ilgisi yok. Tıp eğitimini daha kapsayıcı bir şekle getirmeliyiz. Kendi adıma bugünümüzden hiç memnun değilim.
Ekşisözlük’ten bir yorum: “Dâhiliye sözlüsünde kimseyi geçirmemesiyle ün yapmıştı. Hematolojiden sözlüye girdiği için anemi, lösemi v.s. tarzında sorularla karşılaşmayı bekleyen zavallı öğrenciye Krebs döngüsünü sorup dumura uğratma yeteneğine sahipti kendisi.” Öğrencileriniz için “zor” bir hoca mısınız?
Haklısınız, öğrencilerim için maalesef zor bir hocayım. Bunda da tıp bilgisine bakış tarzımdaki farklılık yatıyor. Tıbbı ezber bilgisi olarak değil, hazmedilmiş bir idrak hulâsası olarak görüyorum. Temel tıp bilimlerini ve kliniği birbirinden tefrik etmek mümkün değil.
21 Eylül 2008 günkü köşe yazısında sizden çok sevgili bir dost olarak söz eden Zaman Gazetesi Yazarı Hilmi Yavuz’un sözlerine kulak verelim: “Serdar, gerçek bir entelektüeldir. Rahmetli Cemil Meriç Hoca’nın deyişiyle ‘geniş tecessüsü’, onu hekimliğin dışında birçok alanda, değme aydına taş çıkarttıracak kertede bilgi ve fikir sahibi kılmıştır. Serdar’la edebiyat, teoloji, tarih, felsefe, hatta mimari konularını rahatlıkla konuşabilir; onun sınırsız bir tevazu ile öne sürdüğü görüşlere şaşırarak hayran kalabilirsiniz…” Edebiyat, teoloji, tarih, felsefe, mimari alanındaki bu birikiminiz hangi pınarlardan, hangi okumalardan besleniyor?
Hilmi Hoca çok sevdiğim bir mütefekkir, münevver ve sevgili bir dostum. Hakikaten sohbetârâ bu insanla musahabe bir doyumsuz lezzettir. Tabii ki biz ona yetişemeyiz, ama okuma temrinlerimize mehaz teşkil edebilir.
Çok dinli ve çok dilli şehrimizin parlamasına medar olacak planlarla dopdoluyum
Mardin ve üniversite… Trabzon’dan rektörlük için memleketiniz Mardin’e giderken kafanızda ne gibi hayaller, ne gibi projeler vardı? Anlatabilir misiniz?
Mardin, kendi memleketim olduğu için söylemiyorum ama medeniyetlerin hulasası olan bir merkez şehirdir. Uzun yıllardır hayal ettiğim bir sosyal bilimler üniversitesinin bir küçük numunesini kurabilmek için göreve talip oldum. Tereddiye uğrayan medeniyetimizin başladığı yerde, ‘Nisibis Akademisi’nde bir ‘Beyt-ul Hikme’ olarak tahayyül ettim. Çok dinli ve çok dilli şehrimizin ve bölgemizin parlamasına medar olacak projeler ve planlarla dopdolu bir haldeyim ve beni uyutmuyorlar. Mezopotamya kadim tıp geleneğinin modern yöntemlerle canlandırılması ve alternatif tıp enstitüsü. Filoloji, teoloji, felsefe, Doğu Hıristiyanlığı fakülteleri. Tercüme geleneğinin canlandığı ve kadim klasiklerin günümüze aktarıldığı bir tercüme okulu projesi ve daha neler neler… Bir ikisini başarabilirsem Yüce Rabbimizden daha ne isterim ki…
Artuklu Üniversitesi’nin kuruluş çalışmaları hangi tarihe kadar uzanıyor? Kuruluşu öncesi komşu kentlere bağlı fakülteler, enstitüler şeklinde bir çalışma var mıydı? Kuruluşta ne gibi sıkıntılar yaşadınız, yaşıyorsunuz?
Mardinliler olarak maalesef 30-40 yıldır şehrimizde üniversitemizin kurulması için uğraşıyorduk. 1925’e kadar 13 medresenin olduğu bir şehir. Klasik çağın çok büyük âlimleri yetişmiş. Ne yazık ki iki yüksekokulla başladık. Elimizde başka hiçbir şey yoktu. Çok sıkıntılı ve sancılı bir kuruluş süreci yaşadık, yaşıyoruz. Ülkemizde mevzuat hazretlerinin bu kadar kullanışsız ve iş yapmaya mani tarzda olduğunu, üst yönetici oluncaya kadar bu derece bilmiyordum. Çok şükür inşaatlara başlayabildik. İlk fakülte öğrencilerimizi mimarlık ve edebiyat fakültelerine bu sene alıyoruz.
Tabularla işi olmayan bir üniversiteyiz
İslam âlimi İbn-i Teymiyye’nin ünlü “cihat” fetvası 700 yıl sonra Mardin’de tartışıldı. Toplantının açılış konuşmasını da bizzat siz yaptınız. Böylesine her açıdan riskli bir konuda inisiyatif almaktaki amacınız neydi? Toplantıdan ne gibi sonuçlar çıktı?
Bu meşhur fetva Mardin fetvası olarak biliniyor ve ulema arasında ciddi tartışmalara sebep oluyordu. Geldiğimiz modern dönemde ‘dâr’ anlayışında önemli değişiklikler meydana gelmişti. Fetvanın verildiği yerde tekrar tartışılması bence son derece doğal ve bizim üniversite vizyonumuzla uyumluydu. Toplantıda dünyanın birçok İslam ülkesinden konusunda uzman âlimler tartışmalar yaptılar ve bir sonuç bildirgesi yayımlandı. Alanına katkıda bulunan bir toplantı olduğu kanaatindeyim.
Cihat fetvasının tartışıldığı ‘Barış Diyarı Mardin’ konferansı, “Said Nursi ve Cumhuriyet, Bir Binbir Gece Masalı” adlı konferans gibi etkinlikler Artuklu Üniversitesi’nin adını ülkemiz sınırlarının ötesine taşıdı. Bu tür etkinliklerin devamı gelecek mi, ajandanızda ne gibi etkinlikler var?
Evet, tabularla işi olmayan, yerelden evrensele, evrenselden yerele bakan bir üniversiteyiz. Bizi izlemeye devam ediniz.
23 Eylül 2009 günü Hürriyet’teki köşesinde, Mardin’i yukarı Mezopotamya’nın kültür ve uygarlık merkezi yapmayı ve Artuklu Üniversitesi’ni bu ideale uygun biçimde var etmeyi tasarladığınızı yazan Cengiz Çandar, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Nusaybin’e yaptığı ziyarete atıfta bulunup şöyle dedi: “Nusaybin, Ankara’daki medya şeflerinin Genelkurmay Başkanı’nın peşine düşüp sınır karakollarında söylev dinledikleri mekân olmaktan çıkıp Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay’ın “Nisibis vizyonu”nu anlamaya gidilen bir yer haline dönüştüğü vakit, Türkiye geleceğe yönelik en keskin virajı dönmüş olacaktır.” Siz bu görüşlere ne dersiniz?
Tamamen katılıyorum. Huzurun anahtarı, ilim ve irfan yolunda olmaktır. Mardin’de gayem budur.
Şarkiyat Enstitüsü’ne yönelik fikirleriniz vardı. YÖK’ten çıkan “Yaşayan Diller Enstitüsü” kararının ardından üniversiteniz bünyesinde Kürt Dili ve Edebiyatı ile Süryani Dili ve Edebiyatı Bölümlerini kurdunuz. Bu bölümlerde eğitim-öğretim başladı mı? Mevcut durum ve sorunlar neler?
Kürt dilinde ilk okutmanlık kursunu yaptık. Bu sonbaharda ilk yüksek lisans öğrencilerini alacağız. Henüz Süryani dili bölümünde eğitime başlayamadık. Ön şartlı ideolojik saplantılar, şiddet ve siyaset sarmalındaki bu güzel lisana zarar veriyor. Bazı problemler yaşıyoruz ama burada açmak istemiyorum.
Peki. Mardin Üniversitesi, ülke gündeminden bir türlü kalkmayan ve kimilerince Kürt meselesi, kimilerince PKK meselesi diye adlandırılan konuda sorunun çözümünde nasıl bir katkıda bulunabilir?
Sosyal bilimler alanının metotlarıyla çalışarak ürettiği ilmi çözümler, huzura ve barışa katkı sağlayacak şekilde yönetici erk tarafından ve diğer toplumsal güçler tarafından faydalanılabilir.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığında toplanan İkinci Büyükelçiler Konferansı Değerlendirme Toplantısı 9-10 Ocak tarihlerinde Mardin’de gerçekleştirildi. Bu türden toplantıları genelde Ankara’da yapan Bakanlığın bu tercihini siz nasıl değerlendirdiniz?
Üniversitemizin ortaya koyduğu vizyon ile Sayın Ahmet Davutoğlu’nun getirdiği öneriler arasında ortak noktalar var ve Mardin tüm özellikleriyle Ortadoğu’daki çözümlere ışık tutuyor.
“Kürdoloji Enstitüsü” talebinizi şiddetle eleştiren Yeniçağ Yazarı Behiç Kılıç, 10 Nisan 2010 tarihli yazısında sizi sert bir dille eleştirerek, “Mardin’e Truva atı gibi üniversite” ifadesini kullandı. Bu görüşe yanıtınız ne olur?
Kendisine teessüflerimi iletiyorum. Artuklu Türk Beyliği tarihini okumaya davet ediyorum.
Bilge Köyü katliamının arkasında Tanzimat fermanına kadar giden meseleler var
Bilge Köyü katliamı ile ilgili sorulan, “Şiddet nasıl önlenecek?” sorusuna verdiğiniz iddia edilen, “Sevgiyle, muhabbetle, ilimle irfanla” yanıtına burada bir parantez açmak isterim. Filmi biraz daha geriye sarabilir miyiz? Bu türden büyük, bu türden beklenmedik, bu türden korkunç bir katliam nasıl gerçekleşebildi Mardin’de? İkinci sorumu, yukarıdaki cümlenizi açmanıza vesile olsun diye yönelteyim: Şiddet nasıl sona erecek?
Zihinlerin ve ruhların terbiyesi ve tekâmülü dışında bir yol yok. Bölgedeki şiddetin arkasında karmaşık bir tarihi ve sosyolojik bir süreç var. Üniversitemizin sitesinde yayımladığımız ilk inceleme raporunun okumanızı öneririm. Kanaat önderleri, koruculuk sistemi, Tanzimat fermanına kadar giden meseleler var.
İzin verirseniz buradan itibaren size sıralı bir şekilde bazı kısa sorular soracağım. Buradan Omay Hocanın hasta, hastalık, hastane ve sağlık algısına bir seyrüsefer yapabilmeyi murat ediyorum. Şimdi, hastalandığınızda ilk ne yaparsınız? Dua mı edersiniz, hemen doktora mı gidersiniz, yoksa evdeki bitkiler, meyve/sebzeye mi yönelirsiniz?
Dua ederim, beni aşıyorsa uzmanına danışırım.
Klasik tıbbın dışında alternatif tedavilerle hiç tanıştınız mı? Ya ‘kocakarı ilaçları’yla?
Hematoloji-onkoloji alanım olduğu için, bu tür birçok karışımla karşılaştım. Japonya’da bu karışımları bilimsel alanda analiz etmeyi de öğrendim. Alternatif tıp metotlarının önyargısız incelenmesi gerektiği kanaatindeyim.
Yakınlarınızdan kaybettikleriniz oldu mu?
Evet, yakınlarımı kaybettim.
Bu ölümleri nasıl karşıladınız; teslim mi oldunuz, isyan mı ettiniz, sükûnetle mi karşıladınız?
Sükûnetle karşıladım.
Psikoloji hastalarını sanki arafta, uykuda, dünya ile öte âlem arasındaki varlıklar olarak görür kimileri. Sizin bu noktada düşünceniz ne?
Hem fizik, hem metafizik boyutları olduğuna inanıyorum.
Sağlıklı olabilmek, ruhen ve bedenen kaliteli bir yaşam sürebilmektir
İzninizle biraz da toplumdaki sağlık ve tıp algısı üzerine konuşmak istiyorum sizinle. Şimdi 21. yüzyılda tıp, sağlık, sağlıklı olmak nedir sizin için?
Bence sağlıklı olabilmek, ruhen ve bedenen kaliteli bir yaşam sürebilmektir.
Sağlık aslında “iyilik hali” derler ya hani; sizce doktorlar karşılarına gelenin tamir edilecek bir motor dişlisi değil de insan olduğunu ayır edebiliyor; onun ruhunu ve moralini de tamir etmeye odaklanabiliyorlar mı?
Ne yazık ki hayır. Bence bu durum, Batı tıbbının maddeci yaklaşımının sonucu.
Hükümetin sağlık politikalarını nasıl buluyorsunuz? Bu dönemin bir analizini yapabilir misiniz?
Önemli başarılara ulaşıldı. Ama tıp fakülteleri ve devlet hastaneleri entegrasyonu hala sağlanabilmiş değil. Herhalde önümüzdeki önemli sorun bu.
Geçen sayıda SD’ye röportaj veren Prof. Dr. Şaban Şimşek, “Hastane açmakla, kalori hesabı yapmakla sağlık meselesi çözülemez.” demişti. Bu görüşe siz ne dersiniz?
Asli mesele olmamakla beraber bu da konunun bir parçası.
Devlet hastanelerini “soğuk” bulan görüşte haklılık var mı, özel sağlık kuruluşlarındaki güler yüzlülük sizce sahici mi?
Tabii ki haklılık var. Ama sahici olmasa da güler yüzlülük iyidir.
Sağlık üzerine düşünen beyinler arasında özel hastanelerin artmasıyla birlikte “hastalığın adeta bir mal haline gelmesi” ile ilgili bir tartışma da var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Geldiğimiz kapitalist post modern dönemde kaçınılmaz sonuç. Nehri tersine akıtamazsınız.
Mardin özelinde konuşacak olursak Mardin’de sağlık algısı üzerine neler söyleyebilirsiniz? Koruyucu sağlık gibi bir uygulamanın Mardin’de karşılığı var mı, ne derece?
Koruyucu sağlık anlayışı Mardin’de oturmuş değil. Kültürel seviyesinin yükselmesiyle bu da gelişecek.
Alzheimer örneğinde olduğu gibi eskiden yaşamın doğal bir parçası olarak kabul edilen kimi belirtiler bugün hastalık olarak görülüyor ve tedavi edilmeye çalışılıyor. Sağlık kavramının sınırlarının genişlemesi neredeyse herkesi hasta tanımına sokmaya başladı sanki. Sizce bu gidişat doğru mu?
Bu süreç doğru değil. Tabii biyolojik süreçleri kabul etmek, biyolojik felsefe açısından da tıp eğitim ve sistemine hedefler koymak gerek.
Eskiden biri ölünce “Eceliyle öldü” denirdi. Şimdi bu lafı hiç duyamaz olduk. Ölenlerin ardından bilinçaltımızda “Tıp yaşatamadı mı demek” istiyoruz aslında? Ne dersiniz, Azrail’i yok mu sayıyoruz?
Aynen öyle. Ruhlar ve zihinlerde artık vakum var.
Üniversite kendi cemiyetinin, geleneklerinin ve inançlarının farkında olmalı
İzin verirseniz “üniversite” kavramına değinmek istiyorum. Kavram olarak üniversitenin dün, bugün ve yarınına bakarsak neler söylemek istersiniz? Üniversite günümüzde ve gelecekte ülkemiz adına hangi misyon ve vizyona sahip olmalıdır?
Etimolojik anlamıyla ilim üreten, metafizik insani ve sosyal boyutu ihmal etmeyen bir misyon ve vizyona sahip olmalı. Kendi cemiyetinin, geleneklerinin ve inançlarının farkında olmalı. Hayali fantezilerle uğraşmamalı.
Rektörlük öncesi çalışmalarınızda bugün için üniversiteniz ve genelde Türkiye üniversiteleri için hangi sorunları ilk beş içine koyuyorsunuz?
1. Tarihi ve gelenekleriyle kavgalı, şizofrenik bir yapı.
2. Modern medeniyeti şeklî algılama, ruhuna nüfuz edememe.
3. Diploma üretme fabrikası olara görme.
4. İlim yerine, maaş alabileceği bir sertifikasyon programı açma.
5. Yerel-evrensel dengesini kuramama.
Üniversite, özerklik ve özgürlük kavramlarını birlikte değerlendirmenizi istersek neler söylemek istersiniz?
Özgürlük ve özerklik üniversite için şarttır.
2547 Sayılı Yüksek Öğretim Yasası uzun yıllardır ülke gündeminde yer tutuyor. AB ülkelerinin çoğu konuyla ilgili yasalarını güncellemeyi başarmışken AB adayı bir ülke olarak biz henüz bir güncelleme yapamadık. Yeni bir yüksek öğretim kanununun olmazsa olmazları neler olmalı? Dal (sağlık bilimleri vd.) üniversiteleri, üniversitelerde birimsel özerklik (anabilim dallarının kendi bütçelerine sahip olması vd.), rektör ve dekanların göreve gelme şekli (seçim, mütevelli heyeti ataması vd.) konularında yeni yasa neleri içermeli?
AB süreci, Bologna süreci ve diğer uyum parametreleri bizde de behemehâl uygulama aşamalarına girmeli. Tedrici bir şekilde uygulanmalı. Her üniversitede birbirine benzer fakültelerin yerine, tematik, ihtisas üniversiteleri olmalıdır. Bütçeler rantabl kullanılmalı.
Ülkemizdeki vakıf üniversiteleri hakkında görüşünüz nedir? Gerçek bir vakıf üniversitesi nasıl olmalıdır? Bu kurumlardaki “kâr amacı” kavramına nasıl bakılmalıdır?
Vakıf üniversitesi vakıf gibi, özel ‘kâr’ amaçlı üniversite de neyse o olmalı. Takiyeye gerek yok.
Ülkemizde üniversite öğretimi çağında büyük bir genç nüfus var. Yeni üniversitelere olan ihtiyaç çok açık. Mevcut üniversitelerin kontenjanlarını artırması ihtiyaç açısından gerekli olduğu belirtilmektedir. Bununla birlikte madalyonun diğer yüzünde kalite sorunu var. Yeni üniversiteler ve kontenjan artırılması ile eğitim/öğretim kalitesi arasındaki denge için sizce neler yapılmalıdır?
Teenni ve suhuletten başka yol yok. Kaliteden taviz en kötüsüdür.
Yüksek öğretimde kalite kavramına nasıl bakıyorsunuz? Sizce üniversiteler için en önemli kalite ölçütleri neler olmalıdır?
Evrensel ve yerel kalite standartlarımızın oluşması için çalışmamız ve çıtayı yüksek tutmamız lazım. Sırf olsun diye yapmak, kemiyette çoğalmak neye yarar ki.
Üniversitelerimizde akademik unvan enflasyonu var
Ülkemizde fen ve sosyal bilimler alanındaki araştırmalar konusunda görüşlerinizi almak istiyoruz. Araştırma sayısındaki artış sitasyonla paralel gitmiyor. Ayrıca mevcut araştırmalar, ülke sorunlarını çözme ve kaynak/katma değer yaratma noktasında olumlu yönlere genelde sahip değil. Kaliteli araştırmaların sayısını artırmak, araştırmaların önündeki engelleri kaldırmak, sorun çözen ve katma değer üreten araştırmaların sayısının artması için neler yapılabilir?
Burada mesele, sizin koyduğunuz yayın standartları meselesi değil. Kişinin hakikaten ilim adamı olması ile ilgili zihniyet yapısı. Kalpte başka tahassüsler, başka hassasiyetler, metafizik öğeler yerleşmişse ancak keyfiyette çoğalma beklenebilir. İstediğiniz kadar şu ölçüt bu ölçüt diye çırpının.
Üniversitede araştırma kadrosuna atanacakların seçimi konusunda önerileriniz nelerdir? Merkezi sınava bakış açınız nedir?
Merkezi sınav ve sonrası mülakat en uygun çözüm olarak görünüyor bana.
Akademik kariyerin her basamağını aynı üniversitede almak fikrine bakış açınız nedir (Uzmanlık veya doktorasını aldığı üniversiteye kariyere kalmak)?
Buna ‘in breeding’ adı veriliyor. Akademideki bence en önemli sorun.
Üniversitelerimizde akademik unvanların verilmesi ölçütleri konusunda görüşleriniz nelerdir?
Bir unvan enflasyonu var. Adam gibi doktoradır asıl olan. Profesörlük bir idari kadro olarak verilebilir. Yardımcı doçentlik tam bir gereksizlik. Doçentlik de adam gibi olursa, bayağı bir iyileşme beklenebilir.
Üniversitede eğitim ve öğretimin ve hizmetlerin akreditasyonu için görüşlerinizi alabilir miyiz?
Evrensel standartları var bu işin. Ulusal bağımsız çalışan bir akreditasyon sistemi, çok iyi iç denetim sağlayabilir.
Üniversitede finansman konusu konusunda görüşleriniz nelerdir? Devlet bütçesi desteği, öğrenci ödentileri ve döner sermaye ve teknopark gelirleri dışında başka gelir kaynakları geliştirilebilir mi? Devlet bütçesinden destek almanın kriterlerini belirlemede üniversiteler arasında farklılık olmalı mı? Almanya örneğinde olduğu gibi belli ölçütlere göre seçilen bazı üniversitelere daha büyük destek sağlama fikrine nasıl bakıyorsunuz?
Bu merkezi bir planlama ile olabilir. Ben sıcak bakarım. Belli spesifik fonksiyonların beklendiği üniversiteler özel finansman sistemine sahip olabilir.
Öğretim üyeliğinin ülkemizdeki bugünkü konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Mevcut ücretlendirme politikası öğretim üyeliğine özendirme noktasındaki olumsuz etki yaptığını biliyoruz; öğretim üyelerinin gelirleri nasıl artırılabilir?
Ben bu üretime göre öğretim üyelerinin ücretlerinin fazla bile olduğunu düşünüyorum.
Tam Gün Yasasının iptaline karşıyım
Gündemde olan “Tam Gün” Yasasının iptali hakkında görüşünüz nedir? Sizce tıp mensubu ve diğer öğretim üyeleri mesai sonrasında ikinci bir işte çalışabilirler mi? Bu konuda gelişmiş ülke örnekleri nasıl? Ülkemizde öğretim üyesi maaşlarının gerçekten yetersiz olması sorunu bugünkü bütçe imkânlarıyla çözülebilir mi?
Tam Gün Yasasının iptaline karşıyım. Üniversite öğretim üyelerinin asli fonksiyonu yerine bir tür unvan ticareti yapmaları bana ters geliyor. Ek gelir için daha etik yollar bulunmalıdır.
Tıp Fakültesi eğitim düzeyi, tıp öğrencileri kontenjanı, tıp dışı sağlık mesleklerinin durumu, üniversite hastanesinin sistemdeki yeri ve Türk sağlık sistemine üniversitenin katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tıp fakültesi eğitim düzeyimiz belli başlı birkaç fakülte dışında maalesef yetersiz. Çok fazla üniversite affı çıkarılıyor, öğrencilerin motivasyonu düşük. Tıp dışı sağlık meslekleri de parlak durumda değil. Üniversite hastanesi bir tür ‘enlarged memorial hospital-genişletilmiş devlet hastanesi’ halinde ne yazık ki. Bir tür üniversite hastanesi merkezli, afilie devlet hastaneleri sistemi oluşarak, sürekli meslek içi eğitim devam etmeli, ihtisasları sadece üniversite hastaneleri vermeli.
Yazının PDF versiyonuna ulaşmak için Tıklayınız.
Haziran-Temmuz-Ağustos 2010 tarihli SD 15’inci sayıda yayımlanmıştır.