Yaklaşık 15 yıl önce Pazar günü bir doktor arkadaşım “Seni ilginç biriyle tanıştıracağım, kalk gidiyoruz’’ dediğinde Gaziosmanpaşa ile Küçükköy arasında ilk iki katı dökümhane olan, 3 katlı, dışardan metruk görünümlü binayı gördüğümde garipsemiştim. Merdivenlerden yukarıya çıkarak toplantı ve kütüphane olarak kullanılan üçüncü kata vardığımızda raflarında belki binlerce kitap dolu geniş, iç açıcı bir salonun içinde bulduk kendimizi…

Az sonra babacan görünümlü, oldukça şişman, dağınık kılık kıyafetli, buruşuk sarı tişörtlü bir kişi, her iki elinde meyve tabakları ile ve sağa sola emirler vererek içeriye girdi. Ben oradaki dökümhanede çalışanlardan biri zannettim. Arkadaşım “İşte Şevket Usta” dedi.

İstanbul’daki çoğu doktorun aşina olduğu Şevket Usta ile saniyeler süren tanışma faslından sonra sanki yıllar öncesinden bir dostluğunuz var hissine kapılıyorsunuz. Eğer doktorsanız hemen süratle hasta pozisyonuna geçerek kendisine bakan diğer doktorları istiskal edercesine benim şu durumum ne olacak diye şikâyetlerini sayıp tavsiye ve tedavi ister. Böylelikle tedavisi umuma açık ama içinden çıkılamaz bir hale gelir. Gördüğü her doktordan aldığı bu tavsiyeler sonucu tam bir araştırma modeli olur. Kendisini zayıflatmaya çalışan tüm doktorları da nefis ve de bol miktarda zorla yedirilen yemekleri ile bir şekilde şişmanlatmıştır. Şimdi o doktorlar da artık obez!

Şevket Usta’nın gönül dairesine giren insanlar devamlı yemeye başlar; yedikçe şişmanlar. Yemek, çay ve kitabın iç içe olduğu bu dünyada herkes aslında bu durumdan biraz şikâyetçidir fakat bu mekâna gelmeden de duramazlar.

Verdiği olağanüstü ziyafetler nedeni ile Mehmet Şevket Eygi Bey ona ‘Ebuzziyafe Şevket Bey’ adını takmıştır. Yemeklerin ana özelliği, bol miktarda ‘Öksüz doyuran’ cinsinden olmasıdır. Örneğin sofrada biber dolması var ise zannediyorum siz daha önce bu kadar büyük mega biber dolması yememişsinizdir. Meyveler aynı şekilde her şeyin en irisi… Mega armutlar, mega ayvalar, mega kirazlar vs… Ayrıca tabağınızda hiçbir şekilde yemek bırakma şansınız da olamaz; mutlaka uyarılırsınız.

Kalender meşrep Şevket Usta hastaneleri ve doktorları çok sever. İstanbul’un çoğu hastanesinde yatarak tedavi görmüştür. Yatmaya geldiğinde sanki yazlık eve gidiyormuş gibi eşyalar ve de özellikle mutfak takımı ile gelir. 

Hastaneye yatmak istediği zaman misafirlerini de rahatlıkla kabul edebileceği, ziyafet verebileceği, sohbet yapacağı geniş bir odayı ister. Ayrıca büyük bir buzdolabı olmasını da tercih eder. Zira getirdiği enfes kaliteli yiyeceklerle sabah, öğlen, akşam yemekleri hazırlar. Hepsinden önemlisi büyük bir itina ile hazırlanmış ve demlenmiş çayı kendine has bir merasim ile özel bardaklarda sunarak hiç bir yerde içemeyeceğiniz bir çay lezzeti tattırır. Şevket Usta bu esnada sohbet ehli insanları da mutlaka çağırır ve böylelikle gönülleri demlendiren sohbetler başlar. Bu çayın adı kendi tabiriyle  ‘Arif çayı’dır. Bu çay çok koyu olup büyük kulplu bardaklar ile ikram edilir. 3-5 bardak ile kendinizi kurtarabilirseniz kendinizi şanslı sayabilirsiniz. Ayrıca çayı çok koyu bulup da kazara açık çay isterseniz fırçayı yersiniz! Çünkü Şevket Usta açık çay istendiğinde ‘Kız çayı’ diye kızar. Bu şekilde koyu çayı içenler birkaç gece uyuyamaz ama çayı içmeden de duramaz.

Şevket Usta’nın işyerinde yaklaşık 100 kişiye yemek verilecek şekilde yemekhanesi vardır. Bol miktarda ve zorla yedirilen bu enfes yemeklerden sonra Türkiye’nin en zengin kültür kitaplarını barındıran salona geçilir, orada sohbet edilir.

Şevket Usta ilaçları sever, doktorlar tarafından getirilen ilaç numunelerini daha da çok sever. Blister ambalajlı ilaçları makasla teker teker keser; hepsini şekerliklere koyarak saklar. Lazım olduğunda etrafındakilere eczacı titizliğinde şeker gibi ikram eder. İlaçları kullandığı zamansa önerilen dozda almaz; kendine göre ‘mega doz’da alır.

Melami meşrep Şevket Usta iyi bir kitap koleksiyoncusu, okuyucusu ve de hediyecisidir. İnsanları ayırım yapmaksızın toplar, bunların arasından ehl-i dil’e ayrı bir önem verir. İnsanların haline göre kitap hediye eder; mutlaka okumasını tembihler ve konunun takipçisi olur. Kitapları aldığında en az beşer tane onar alır. Çok zor bulabileceğiniz her türlü kültür kitabını onda bulabilirsiniz. Tarih, biyografi, tasavvuf, sanat, hat kitapları vs. Kütüphanesinde çok keyifli anlar geçirirsiniz. Hediye edeceği kitapların belirli yerlerine kendine göre yaptırdığı özel mührünü büyük bir itina ile basar (Ön ve arka sayfalarında 8-10 adet, ayrıca kitabın muhtelif yerlerinde 20-30 adet). Belki de hatırlanmak amacı ile hazırlanan bu mühürde şunlar yazılıdır: “Gönül yolu, (…) hatırasıdır.’’

İlaç firmalarının çıkardığı tüm kültür kitaplarının haberini de ilk ondan alırsınız. Kitap çıkar çıkmaz sizi mutlaka arar ve 9 takım bulmanızı ister. Bu konuda tartışma istemez…

Sevket Usta’nın kendine has bir giyim tarzı vardır. Şu ana kadar yaz kış onu kısa kollu gömlek veya tişört dışında bir elbise ile görmedim. İstanbul’un kar yağışlı ve soğuk bir kış günü Şevket Usta hastaneye ziyaretimize geldiğinde üzerinde sadece kısa kollu ince bir tişört ve boynunda atkısı vardı. “Şevket Usta bu ne hal” dediğimizde verdiği cevap “Boğazım biraz ağrıyor” olmuştu. İşte  Şevket Bey’de gördüğüm tek  kışlık aksesuar bu atkı idi.

Telefon Şevket Usta’nın vazgeçilmez aksesuarıdır. Telefon açtığında “Alo” demez; doğrudan konuya girer. Telefon çaldığında genellikle “Alo” yerine “Burada” diye cevap verir. Telefonu sonlandırırken de kendine has sözcükler dökülür dudaklarının arasından: “Gönlüne özellikler ve güzellikler dola, hayırlar feth ola, şerler defola, gönül ola aşk ola, yediğin içtiğin senden miraç ola, dostluklar daim ola, memleket huzur bula, eyvallah. Hu…” Akşam geç saatlerde başlayan konuşmalar pekala bazen gece yarısına kadar sürer; muhatabını uyku krizlerine sokar. Şevket Usta sohbete başlarken hal hatır faslına ’’Sen iyi ben iyi mi” diye başlar. Şevket Usta “Sen iyi ben iyi” iyi mi?