Bir Femme Fatale öyküsü: Tıbbın teknoloji ile imtihanı
Bilim kurgu filmlerinde doktor avuç içi kadar bir aleti hastanın üzerinde gezdirir, alet tanıyı koyar, sonra aletin bir başka düğmesine basıp sorunlu bölgeye biraz daha yoğunlaşır, tedavi de tamamdır. Bu düzeyde olmasa da tıbbın elinde böyle sihirli değneklerin olduğuna inanan azımsanamayacak bir kesimin var olduğunu biliyoruz. 15 yıl kadar önce yapılan bir araştırma, daha o yıllarda Amerikalıların üçte birinin, Almanların ise onda birinin tıbbın elinde her türlü hastalığı tedavi edebilecek teknolojinin olduğuna inandığını gösteriyor. Geçen zaman içerisinde ortaya çıkan kök hücre ve gen tedavisi gibi oldukça magazinleştirilen kavramlarla bu yüzdelerin daha da yükseldiğini tahmin etmek zor değil.
Yeni teknolojilerin tıp uygulamalarına yansıması kaçınılmaz ve aynı zamanda çok faydalı; problemli gözüken noktalar ise hasta beklentisinin gerçekçilik dışına kayması, hekimlik pratiğinin ise mesleğin gerektirdiği tavırdan gittikçe uzaklaşmasıdır. Özellikle temel yaşamsal ihtiyaçlara ulaşma sorununun olmadığı müreffeh toplumlarda insanların vücutlarına daha fazla yöneldikleri ve hastalıksız, dinç ve uzun bir ömür arayışını bir takıntı haline getirdikleri gözleniyor. Bunun üzerine bilinçli ya da bilinçsiz propagandalarla ileri teknolojilerin potansiyelleri hakkında oluşturulan aşırı iyimser yanlış bilgilendirmeler eklendiğinde hasta beklentileri gerçeklikten uzaklaşıyor. Daha dünyadan alacak çok kâmı olan 80 yaşındaki teyze, 18 yaşındaki çevikliğini geri istiyor, bunun için doktor doktor geziyor, “emarlar” “beteler” çektiriyor, verilen palyatif ve destekleyici tedavilerden tatmin olmuyor, Amerika’daki torununa, onu iyi edecek (aslında gençleştirecek) “o ilacı” alıp kendisine göndermediği için çok kızıyor. Hastalar kadar doktorlar da yeni ve daha ileri teknoloji ürünü tanı ve tedavilerin eskilerine göre daha doğru ve etkili olduğunu peşinen kabul ediyorlar. Dahası bir yandan hastalarını istedikleri bu teknoloji ile buluşturup “müşteri” memnuniyetini gözetirken, bir yandan da hekimliğin en kritik parçası olan karar verme aşamasını mekanikleştirip alınan inisiyatifi azaltarak defansif tıbbın en yaygın örneğini sergiliyorlar. Bunun sonucunda hekimliğin sanat yönü gittikçe erozyona uğruyor; özellikle yeni yetişen doktorlar “hâzık hekim” olmaktansa yetenekli teknik elemanlar olmaya yöneliyorlar.
Sağlık hizmetlerinin gittikçe daha yüksek teknolojiye dayanır hale gelmesi, fakir ve zengin toplumlar arasındaki uçurumu daha da derinleştiriyor. Örneğin Avrupa’da koroner By-Pass operasyonu yapılan hastaların ortalama yaşı yetmişin üzerindeyken, bu yaş pek çok Afrika ülkesinde beklenen azami yaşam süresinin çok üstünde kalıyor. Yine bir başka istatistiğe göre Amerika’daki ölümlerin yüzde yirmisi yoğun bakım servisinde gerçekleşiyor. Bu oranı Çin ve Hindistan gibi nüfusu bir milyarı aşmış iki ülkeye uyguladığınızda bunun fiziki alt yapı ve kaynak açısından sürdürülemez bir tıbbi yaklaşım olduğu çok net ortaya çıkıyor.
İnsan tarafından üretilen teknolojinin sayısız yararları bir yana, insanı kendine mahkûm eden bir olgu haline dönüşmesi hatta bazen insanlığın felaketinin bir aracı olarak kullanılması, tartışılagelen bir husustur. Yoğun teknoloji ürünlerinin insan hayatını konu edinen tıp üzerinden doğrudan hayatın sürdürülebilirliği ile bağlantı kurması, avantaj ve dezavantajları kadar teknolojinin ne denli insani olduğunu sorgulamamıza da yol açmaktadır. Teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla tıbbi uygulamalarımızı istila ederken kendinden “mucize” beklenen doktorları “insan”dan ne kadar uzaklaştırıldığımız ayrı bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır.
***
İlişkiye girdiği erkeklere sonunda büyük sıkıntılar yaşatan çekici ve baştan çıkarıcı kadın “Femme Fatale”, Fransızcada “felakete neden olan kadın” anlamına gelir. “Femme Fatale” karşı konulamaz ama tekinsiz cazibeyi de ifade eder. Bir yandan kaçınılamazdır ama diğer yandan yıkıma sürükler. Her zaman kendisine hâkim olunmak istenir, ihtiyar sahibi olunduğu, tasarrufun elde bulundurulduğu zannolunur, ama her zaman asıl yönlendirilen, sürüklenen âşıktır. Büyülü güzellik vaat edicidir, sonsuz gençlik, güzellik, ölümsüzlük, güç, hâkimiyet vaat eder. Ama belki de aşığın tabiatından uzaklaşması pahasına. Bu tema, aslında hemen her kültürde ölümsüzlük, sonsuz gençlik için pek de tekin olmayan güçlerle yapılan gizli anlaşmalar şeklinde vardır ve mutlaka bedel ödenir. Başta her şey mükemmeldir sanki ama sonunda âşık, tutkusunun yol açtığı durumlarla yüzleşmek zorundadır.
Tıbbın teknoloji ile ilişkisi son zamanlarda giderek böyle bir ilişkiye dönüşüyor gibi. Bir yanda bilim ve teknoloji tanrısının sunduğu nimetlerden yararlanma, tutkuya ulaşma duygusunun güvenci, diğer yanda ortaya çıkan sonuçlardan acı, şikâyetler ve mağdurların gözyaşları. Ve çözüm için yine daha fazla ve belki daha kontrolsüz teknoloji kullanımı. Ama pandoranın kutusu bir kez açılınca, anlaşma bir kez imzalanınca, sonsuz güç, gençlik tutkusu damarlarda dolaşmaya başlayınca çıkış da yoktur.
SD’nin bu sayısı teşhis ve tedavide teknolojinin gittikçe artan bir yaygınlıkta kullanımını dosya konusu olarak ele alıyor. Mevcut durum ve uygulamaların fotoğrafını çeken didaktik yazılar kadar, hasta ile hekim arasına giren ve bazen kendisi hastalar ve hastalıklar üreten teknoloji ile ilgili eleştirel görüşleri de sayfalarımızda bulacaksınız.