SD17 Haberler
Kahvaltıda badem yemek, diyabet riskini azaltabilir
Nutrition And Metabolism Dergisinde yayımlanan bir araştırmada, sabah kahvaltısında yenen bademin bozulmuş glukoz toleransı olan bireylerde yemek sonrası kan şekerinin fazla yükselmesini önlediği bildirildi. Araştırmada glukoz tolerans bozukluğu olan 14 bireye, 5 kollu bir çalışmada sırayla değişik diyetlerle kahvaltı yaptırılarak tokluk kan şekeri, insülin, esterefiye olmamış yağ asitleri ve glukagon-like peptid-1 düzeyleri çalışılmış ve iştah durumları sorgulanmış. Gruplarda 75 g glukoz içeren bir kahvaltının yanı sıra, tam badem, katı badem yağı, yağı alınmış badem tozu ya da sıvı badem yağı verilmiş. Sonuçlar bademsiz kahvaltı ile karşılaştırılmış. Tam badem, ikinci öğüne de uzanan şekilde kan şekerini düşürmüş ve gün boyu tokluk hissi sağlamış. Katı ve sıvı badem yağları ise sabah saatlerinde kan şekerinin düşürülmesinde etki etmiş. Tam badem ve sıvı badem yağı, ikinci öğündeki erken insülin yanıtını artırmışlar ve ikinci öğünden sonraki esterifiye olmamış yağ asidi yükselmesini azaltmışlar. GLP-1 konsantrasyonları ise değişmemiş. Araştırmacılar, kahvaltıda badem yenmesinin hem kan şekerinin düşürülmesinde hem de tokluk hissinin artmasındaki etkileri ile prediyabetik hastalarda fayda sağlayabileceğini belirtiyorlar.
Sigarayı bırakmak lipidlere olumlu etki yapıyor
Sigara içmenin ve bırakmanın lipid profili ve lipoproteinler üzerindeki etkileri geniş ölçekte çalışılmamıştır. American Heart Journal’da yayımlanan bir makalede 1 yıl süreyle yapılan prospektif plasebo kontrollü bir araştırma ile 5 ayrı sigarayı kesme stratejisinin lipidler üzerine etkisi rapor edildi. Lipoprotein profilleri sigarayı kesmeden önce kestikten 1 yıl sonra nükleer manyetik rezonans spektroskopi ile çalışılmış. Ortalama 45 yaşında 1504 sigara tiryakisi, sigara kesme rejimlerinden birine alınmış. 1 yıl sonraki kontrolde 334’ünün sigarayı bıraktığı saptanmış. Sigarayı bırakanlarda, içmeye devam edenlere göre daha fazla kilo alımı olmakla birlikte (4,6’ya karşı 0,7 kg) sigarayı bırakanlarda HDL daha fazla artmış (2,4 ‘e karşı 0,1 mg/ dl). HDL partikül sayısı da, büyük HDL düzeyindeki artış da anlamlıymış (06’ya karşı 0,1 µmol/l). LDL’de anlamlı bir farklılık olmamış. Artış oranları kadınlarda daha fazla bulunmuş. Araştırmacılar, HDL’deki artışın sigara kesilmesinden sonra kardiovasküler riski azalmanın bir kısmından sorumlu olabileceğini düşünüyorlar.
Histerektomide overlerin korunması kalp için gerekli
European Heart Journal’da yayımlanan bir araştırmada, 50 yaşından önce yapılan bilateral ooferektominin, kardiyovasküler risk artışına neden olduğu bildirildi. İsveç’te yapılan çalışmada histerektomi yapılmış olan 184 binin üzerindeki kadın hastanın verileri incelenmiş. Kardiyovasküler nedenlerle hastaneye yatış kayıtları ile yapılan çalışmalarda, 50 yaşından önce ooferektomi yapılmış olanlarda hem koroner nedenlerle hem de inme nedeniyle yatışlarda, %40 artış saptanmış. Ooferektomi yapılmadan yalnızca histerektomi yapılan kadınlarda kardiyovasküler olaylara bağlı hastane yatışlarında %15-20 artış saptanmış. Çalışmanın sonuçları, 2009 yılında Nurses Health Study verileri ile yapılan bir çalışmanın sonuçları ile uyum gösteriyor. Söz konusu çalışmada histerektomi ya da histerektomi ve ooferektomi yapılmış 29 bin kadın izlenmiş, hasta grubunun tümünde kardiyovasküler olay riskinde hafif bir artış gözlenmişti. Ancak 50 yaşın altında histerektomi yapılan ve estrojenle tedavi edilmeyenlerde kalp hastalığı ve inme riskinin neredeyse ikiye katlandığı, tüm nedenlere bağlı ölümlerde de %40 artış olduğu saptanmıştı. İki çalışma da, 50 yaşından önce yapılan histerektomi ve ooferektominin risklerine dikkat çekiyor. Histerektominin tek başına ne kadar etkili olduğu belli değil; operasyon sırasında overlerin kanlanmasının bozulması ya da eşlik eden obesite gibi pek çok faktör mevcut. Ancak ooferektominin kardiovasküler riski artırdığına dair önemli kanıtlar bulunuyor. Bu kanıtlar göz önüne alındığında, benign bir nedenle histerektomi yapılıyorsa overlerin korunması gerektiği, ooferektomi yapılması mecburiyeti varsa, doğal menopoz yaşına kadar estrojen tedavisi verilmesinin daha doğru olduğu düşünülebilir.
Çok yaşlı hastalarda primer anjioplasti mi, fibrinolitik tedavi mi daha yararlı?
Bu soruya cevap vermek üzere İspanya’da 75 yaş üzerinde miyokard infarktüsü geçiren ve ilk 6 saat içinde hastaneye başvuran hastalar iki gruba ayrılarak tedavi sonuçları karşılaştırılmış. Karşılaştırmada kullanılmak üzere son noktalar olarak 30 gün içindeki tüm nedenlere bağlı ölüm, re-infakt ve önemli inme alınmış. Çalışmaya alınan 266 hastanın 134’ü primer koroner intervensiyona (pPCI), 132’si ise fibrinoliz tedavisine ayrılmış. pPCI grubunda 25 hasta, fibrinoliz grubunda 34 hasta son noktaya ulaşmış (p=0,21). Ölüm oranlarında (%13,6’ya karşı %17,2), re-infarktta (%5,3’e karşı %8,2) ve önemli inmede (%0,8’e karşı %3) pPCI lehine, istatistiksel olarak anlamlı olmayan iyileşme saptanmış. Tekrarlayan istemi pPCI hastalarında anlamlı olarak daha az izlenmiş (p<0.001). Major kanama oranları farklı bulunmamış. Daha önce yapılan iki intervensiyon çalışmasının sonuçları da birlikte değerlendirildiğinde, pPCI’nin ilk aydaki ölüm, re-infarkt ve inme riskini azaltmada fibrinolitik tedaviye göre üstün olduğu (relatif risk=0,64) saptanmış. Araştırmacılar, pPCI’ın en yaşlı hasta grubunda da en iyi tedavi seçeneği olduğu, ancak imkan yoksa fibrinolitik tedavinin de güvenli bir alternatif olduğunu belirtiyorlar.
İrritabl bağırsak sendromunda antibiyotik tedavisi
İrritabl bağırsak sendromu (IBS) klinik pratikte en sık rastlanan şikayetlerden biridir. Etkin tedavi yöntemleri oldukça sınırlıdır. Hastalığın bulgular kadar etiyolojik nedenleri de büyük çeşitlilik arz eder. Bağırsak florasının IBS’de önemli rol oynadığı bilinmektedir. Gastroenterology Dergisinde, emilmeyen bir antibiyotik olan rifaximin, kabızlığı olmayan IBS hastalarındaki etkinliği denenmiş. Bin 260 hasta 2 hafta süreyle günde 3 doz 550 mg rifaximin ya da plasebo alacak şekilde iki gruba ayrılmış. 10 hafta süreyle takip edilen hastalarda şikayetlerdeki iyileşme durumu takip edilmiş. İyileşme durumu, yakınmalardaki subjektif olarak “yeterli iyileşme” ve şişkinlik şikayetindeki azalma olarak belirlenmiş.
Rifaximin grubunda yeterli iyileşme rapor eden hastaların oranı daha yüksek (%41’e karşı %32, p<0,001), şişkinlik hissindeki azalma bildiren hasta oranı da daha yüksek (%40 ve %30, p< 0.001) saptanmış. Araştırmacılar, daha önce yapılan iki çalışmada da rifoximinin IBS semptomlarını kontrol etmede etkili olduğunun görüldüğünü hatırlatarak, ilacın bağırsaklardaki bakteri yükünü azaltarak şişkinliği azaltmada etkili olabileceğini belirtiyorlar.
Havalar bozunca dizler gerçekten ağrır mı?
Hava bozduğunda eklem ağrılarının arttığı düşüncesi, Hipokrat zamanından beri vardır. Kronik ağrı şikayeti bulunan bireylerin %50-100’ü kötü havalarda şikayetlerinin arttığını ifade eder. European Journal of Pain’de yayımlanan bir araştırmada, romatoid artritli hastalarda yakınmaların hava durumu ile ilişkisi araştırıldığı, 1985-2009 tarihleri arasında yayımlanmış 9 çalışmada toplam 492 hastanın verilerinin meta analizi yapılmış. Çalışmalarda sıcaklığın ağrı üzerine etkisi saptanmamış. Atmosferik basınç da benzer şekilde ağrı ile ilişkili bulunmamış. Nemin de bir etkisi gözlenmemiş. Makale, hava durumu ile romatoid artritli hastaların şikayetleri arasında ilişki olmadığını göstermekle birlikte, kullanılan yöntemin bazı kısıtlılıkları var. Araştırmacılar verileri yayımlanmış haliyle gruplar olarak değerlendirmişler. Bu nedenle gruplar içinde hava durumuna hassas bireyler varsa bunların saptanması mümkün olmamış.
Yaşlılarda vitamin D düzeyi zafiyetle ilişkili
ABD’de 60 yaş ve üzeri 1606 erkek üzerinde yapılan bir çalışmada, vitamin D düzeyi ile yaşlılığa bağlı genel zafiyet durumu arasında ilişki araştırılmış. Zafiyet durumu Cardiovascular Health Study’de olduğu gibi alınmış. Hastaların 25-OH vitamin D düzeyleri kromotaografik olarak çalışılmış ve ortalama 4,6 yıl sonra zafiyet durumları tekrar değerlendirilmiş. Bireyler başlangıçta ve takipte sağlam, orta ya da düşkün olarak sınıflandırılmış. Diğer risk faktörleri eşitlendiğinde, başlangıçta vitamin D düzeyi 20 ng/ml altında olan erkeklerde zafiyet riski, vitamin D düzeyi 30 ng/ml üzerinde olanlara göre 1,5 kat yüksek saptanmış. Başlangıçta zafiyet tespit edilmeyen bin 267 bireyde, 4.6 yıllık takipten sonra zafiyet saptanma riskinin başlangıçtaki vitamin D düzeyinden bağımsız olduğu görülmüş. Vitamin D düzeyinin düşüklüğü zafiyet için risk yaratsa da, uzun dönemli etkileri fazla belirgin görülmemektedir.
Meyve ve sebze tüketimi diyabet riskini azaltıyor
Günümüz toplumunda sebze ve meyve tüketimi giderek azalırken, diyabet prevalası da artmaya devam ediyor. Leicester Üniversitesi’nde, toplam 220 bin kişinin katıldığı 6 prospektüs çalışmanın meta analizi yapılarak sebze ve meyve tüketim alışkanlıkları ile diyabet riski arasındaki ilişki incelenmiş. Çalışmada günde 1,5 porsiyon daha fazla yeşil yapraklı sebze yenmesinin diyabet riskini %14 azalttığı saptanmış. Bu sebze grubunda lahana, Brüksel lahanası, brokoli ve ıspanak varmış. Uzmanlar günde 5 porsiyon meyve ve sebze tüketilmesini öneriyor.
Vitamin E ömrü uzatabilir
Antioksidanlar, yaşlanmanın fiziksel etkilerini azaltıcı fonksiyon gösterebilmektedir. Alpha-Tocopherol-Beta_carotene (ATBC) çalışmasında günde en az 5 adet sigara içen 50-69 yaş grubu arası erkekler 65 yaşını geçene kadar takip edilmiş. Çalışmaya 10 bin 837 birey alınmış, 5-8 yıl boyunca 50 mg vitamin E (alfa tokoferol), 20 mg beta-karoten (vitamin A öncülü) ya da plasebo almaları istenmiş. İlaç kullanımı 1993’de sonuçlandırılmış ancak hastaların takipleri sağlık kayıtları üzerinden 2007’ye kadar devam ettirilmiş. 65-70 yaş arası Vitamin E alanlarda herhangi bir fayda gözlenmezken, 71 yaş ve üzerinde olanlarda mortalitede %24 azalma saptanmış. Vitamin C alımı ortalamanın üzerinde olan ve günde bir paketten az sigara içenlerde, vitamin E tedavisi ömrü 2 yıla kadar uzatmış. Diğer gruplarda mortalite arasında fark izlenmemiş. Bu çalışma, antioksidanların ömrü uzattığına dair ilk verileri sağlamakla birlikte, faydanın herkeste görülmemesi, vitamin E’nin herkese verilebilecek mucize bir ilaç olmadığını gösteriyor.
11 MAYIS 2011Bu yazı 3699 kez okundu - Yazdır
- Yazı Büyüklüğü A(-) A(+)
- Paylaş
Sayı içeriğine ait yorum bulunamamıştır. Yorum yazabilmek için üye girişi yapınız