Dergi

  • Yazı Büyüklüğü A(-) A(+)
  • Paylaş
SD

SD 14, Haberler

İpilimumab ilerlemiş melanomada sürviyi uzatıyor

Antitümoral immünoterapi alanında yeni bir ilaç grubuna ait olan ipilimumabın, ileri evre melenoma hastalarında aşı tedavisine ilave edildiğinde sürviyi uzattığı bildirildi. Amerikan Klinik Onkoloji Derneği’nin yıllık toplantısında sunulan araştırma sonuçlarına göre, sadece peptid aşı uygulanan hastalara göre sürvi oranları neredeyse iki kat arttı. Aşı grubunda 12 aylık sürvi yüzde 25 iken, ipilimumab ilave edilen hastalarda yüzde 46 olarak gerçekleşti. Çalışmanın 24. ayında ise sürvi oranları yüzde 14’e karşı yüzde 24 olarak tespit edildi.

İpilimumab T lenfositlerin üzerindeki bir antijene karşı geliştirilmiş antikordur. Sitotoksik T lenfositle ilişkili antijen 4 (CTLE-4) antijeni, sitotoksik T hücreleri üzerine baskılayıcı fonksiyona sahiptir. Bu antijenin bloke edilmesi, sitotoksik T hücrelerini kanser hücrelerine karşı harekete geçirmektedir.

İpilimumabın önemli yan etkileri var. Çalışmada ilaca bağlı 14 ölüm gerçekleşmiş. Bu ölümlerin yarısı immün aracılıklı reaksiyonlarla ortaya çıkmış. Ciddi immün yan etkiler yüzde 10-15 oranında görülmüş ve steroidle immün supresyon gerekmiş. İlacın ortaya çıkardığı otoimmünite en çok cilt ve kolonu, daha seyrek olarak karaciğer ve hipofizi etkilemiş.

İpilimumab ileri evre melanoma tedavisinde ilk immünoterapi ajanı değil. Daha önce FDA onayı alan IL-2, hastaların çoğunda etkisiz kalıyor ve sürviyi uzatmıyor.


Glioblastoma multiforme için aşı tedavisi ümit vaat ediyor

En agresif ve yaygın beyin kanseri türü olan glioblastoma multiforme tedavisinde geliştirilen yeni bir immünoterapi ajanı, ilk çalışmalarında iyi sonuçlar verdi. ICT-107 adı verilen dentritik hücre bazlı bir kanser aşısı, Faz 1 çalışmasında 16 hastaya uygulanmış. Kanserin kök hücrelerindeki özel antijenleri hedef alan aşı, tümörün yayılımını azaltıyor.

Hastalara standart cerrahi, radyoterapi ve kemoterapiden sonra ICT-107 verilmiş. Tanıdan 1 yıl sonra hastaların tamamı sağken, yüzde 80’i ikinci yılı da sağ geçirmişler. Eski çalışmalarda tümörün standart tedavisi ilk yıl için yüzde 61, ikinci yıl için yüzde 26,5 sağ kalım sağlıyor. İlacın yan etkileri yorgunluk ve cilt döküntüsü olarak tanımlanmış.


Ensesi kalınlar ölüme yakın

Journal of Clinical Endocrinology and Metabolism’de yayımlanan bir makalede, boyun çapının kardiovasküler hastalıkla ilişkili olduğu bildirildi. Bu ilişki viseral yağ dokusu, vücut kitle indeksi gibi değişkenlere göre düzeltme yapıldıktan sonra da devam etmekteydi.

Boyun çapı, üst gövdedeki subkutan yağ dokusunun bir göstergesi olmasının ötesinde, patojen bir yağ dokusu olarak tanımlanabilir. Framingham Kalp Çalışmasına katılanların ikinci ve üçüncü nesil çocuklarından oluşan 3 bin 307 kişi çalışmaya alınmış. Erkeklerin 35, kadınların 40 yaşından ileri olmaları ve 160 kg’dan ağır olmamaları kriter olarak belirlenmiş. Erkeklerde ortalama boyun kalınlığı 40,5 cm, kadınlarda 34,2 cm olarak ölçülmüş. Subkutan ve viseral yağ miktarları bilgisayarlı tomografi ile görüntülenmiş.
 
Boyun çapı, total kolesterol ve LDL hariç, tüm kardiovasküler risk parametreleri (bel çevresi, BMI, abdominal subkutan yağ, viseral yağ dokusu, log insülin, log proinsülin, açlık kan şekeri vb) ile korele bulunmuş. Kadınlarda LDL ve total kolesterolle de korelasyonu mevcutmuş.


Rosiglitazon- metformin kombinasyonu, yeni diyabet gelişimini azaltıyor

Bozulmuş glukoz toleransı olan insanlarda diyabete gidişi yavaşlatmada metformin-rosiflitazon kombinasyonunin etkinliğinin denendiği CANOE çalışmasının sonuçları Lancet’te yayımlandı. 207 hastanın çift-kör olarak plasebo ya da rosiglitazon 2 mg + metformin 500 mg kombinasyonundan günde iki doz aldığı çalışma da yeni diyabet gelişimi takip edilmiş.

Takip müddetinde ilaç grubunda yüzde 14, plasebo grubunda yüzde 39 oranında diyabet gelişmiş. Relatif risk azalması yüzde 66 olarak saptanmış. İnsülin duyarlılığı ilaç grubunda değişmezken, plasebo grubunda düşmüş; beta hücre fonksiyonları ile her iki kolda değişmemiş.

İlaç grubunda daire sıklığı artarken hipoglisemi, ödem gibi yan etkiler bildirilmemiş. Rosiglitazonun kardiovasküler güvenilirliği hakkında hala şüpheler bulunmasına karşın, bu çalışmada kardiovasküler son noktalar takip edilmemiş. Kilo alımı ya da fraktür riskinde bir artış da saptanmamış.

DREAM çalışmasında da rosiglitazonun yeni diyabet gelişimini azalttığı görülmüştü. Daha eski çalışmalarda metforminin de benzer etkileri bildirilmişti. Uzmanlar çalışmanın, rosiglitazonun yan etki profili açısından güvenilirliğine ilişkin veri sağlamayacak kadar küçük olduğunu belirtiyorlar.


Kolesterolü düşürmek için bir ısırık çikolata

Çikolata sevenler için güzel haber Pekin’den geldi. Kalp hastalığı riski olanların az miktarda çikolata yemesi faydalı olabilir. 215 hastalık bir meta-analizde, kakao tüketiminin LDL ve total kolesterolü ortalama 6 mg/dl düşürdüğü ortaya kondu.

Günde 260 mg ya da daha az polifenol ihtiva edecek kadar bir miktarda kakao tüketiminin, kolesterolü düşürücü etki yaparken daha fazla miktarda tüketimin etkisi görülmüyor. 35 gramlık bir sütlü çikolatada yaklaşık 300 mg polifenol bulunuyor.

Araştırmacılar çikolatanın sağlıklı insanlarda kolesterolü anlamlı oranda düşürmediğini ancak diyabet gibi kardiovasküler risk faktörlerine sahip olanlarda hem LDL’de hem de total kolesterolde 8 mg/dl gibi bir düşüş yaptığını saptadılar.

Çikolatanın iyiliğine dair ilk çalışma bu değil. Mart ayında yayımlanan ve 19 bin 300 insanın takip edildiği bir çalışmada en çok çikolata tüketen bireylerde kan basıncının daha düşük olduğu ve 10 yıllık dönemde inme ve kalp krizi risklerinin de azaldığı bildirilmişti.


Egzersizden sonra iki bardak süt iyi geliyor

Kanada’nın McMaster Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada ağırlık kaldıran kadınlarda egzersiz sonrası süt içilmesinin, şekerli meşrubatlara göre daha fazla kas yapımına ve daha çok yağ kaybına neden olduğu gösterildi.

Medicine and Science in Sport and Exercise dergisinin Haziran sayısındaki araştırmada üç ay süreyle ağırlık kaldırma egzersizi yapan genç kadınlar takip edilmiş. Her gün yapılan iki saatlik egzersizden sonra yemek yemeden bir gruba 500 cc yağsız süt ya da şekerli bir enerji içeceği içirilmiş.

Rezistans egzersizleri, kadınlar tarafından fazla tercih edilmemesine karşın metabolik etkileri en güçlü egzersizlerdir. Daha önce erkeklerde yapılan bir çalışmada sütün daha fazla kas yapımı ve yağ yakılmasını sağladığı gösterilmişti.

Çalışmada süt içen gönüllülerde belirgin ağırlık değişimi olmamış, ama yağ kitlesinin yerini kas kitlesi almış. Şekerli içecek içenlerde ise kilo artışı olmuş. Deneklerin vitamin – mineral vs takviyesi almasına izin verilmemiş.


Kalp yetmezliğinde eplerenon yararlı

Pfizer, hafif kalp yetmezliğinde aldosteron antagonisti eplerenon (Inspra) kullanımına ilişkin EMPHASIS-HF çalışmasını erken sonlandırma kararı aldı. Karar, ilaç grubunda belirgin fayda görülmesi ve plasebo alan hastaların mağdur edilmemesi için alındı.

Çalışma 30 ülkede 3 binin üzerinde evre 2 kalp yetmezlikli hasta üzerinde yürütülüyordu. Hastalara eplerenon 25 mg/gün ya da plasebo verildi. Eplerenon dozu ihtiyaç durumunda 50 mg/gün’e kadar arttırıldı. Çalışmanın Ekim 2011’e kadar devam etmesi planlanıyordu.
Çalışmanın süregelen analizlerinde kardiovasküler ölüm ya da kalp yetmezliği nedeniyle hastaneye yatış gibi primer son noktalarında ilaç alan hastalarda belirgin düşüş görülmesi üzerine Pfizer çalışmayı sonlandırma kararı aldı. Firma, çift-kör çalışmanın son vizitleri yapıldıktan sonra, isteyen hastalara eprelenon başlanacağını ve çalışmanın açık etiketli olarak devam edeceğini duyurdu.

Eprelenon, eski bir ilaç olan spironolaktonun daha az yan etki profiline sahip türüdür. FDA tarafından hipertansiyon ve kalp yetmezlikli akut MI hastalarında erken dönemde kullanım endikasyonuna sahiptir. İlacın hafif kalp yetmezliğinde henüz kullanım endikasyonu yok.


Günde iki kez diş fırçalamak kalbi de temizliyor

Londra’da yapılan bir çalışmada, günde ikiden az diş fırçalayanlarda kalp hastalığı riskinin arttığı bildirildi. BMJ’nin 27 Mayıs sayısında yayımlanan makalede araştırmacılar vücuttaki inflamasyonun aterosklerozla ilişkisinden yola çıkarak, ağız ve diş etlerindeki inflamasyonun kalp hastalığı ile ilişkisi olup olmadığını araştırmışlar.

Scottish Health Survey’e katılan 11 bin erişkin bireyin sigara, fiziksel aktivite ve ağız hijyeni alışkanlıkları sorgulanmış. Diş fırçalama sıklığı; günde iki, günde bir ya da günde birden az olarak sınıflandırılmış. Kalp hastalığı öyküsü ve ailede kalp hastalığı öyküsü sorgulanmış, KB ölçülmüş, kanda CRP ve fibrinojen ölçülmüş.

Katılanların yüzde 62’si altı ayda bir kez diş hekimine gittiğini, yüzde 71’i ise günde iki kez dişlerini fırçaladığını belirtmiş. Diğer risk faktörlerine göre ayarlama yapıldığında, günde ikiden daha az diş fırçalayanların kardiovasküler olay riskinin yüzde 30-70 arttığı görülmüş. Oral hijyeni iyi olmayanlarda CRP ve fibrinojen düzeyleri de yüksek bulunmuş.


Solaryumlar cilt kanseri yapıyor

ABD, Minnesota’da yapılan bir çalışmada kapalı mekânda bronzlaşmanın melanoma riskini artırdığı gösterildi.

2006’da Dünya Sağlık Teşkilatı’na bağlı Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC) bir raporunda, solaryumun melenoma ile ilişkisinin zayıf olduğunu bildirmişti. IARC yakın zamanda görüşünü değiştirerek solaryum cihazlarının karsinojenik olduğunu ilan etti.

Dr. DeAnn Lazovich ve arkadaşlarının Cancer Epidemiology, Biomarkers & Prevention dergisinde yayımlanan çalışmasında, bin 167 melanomalı bireyin yüzde 62,9’u, melanoması olmayan bin 101 kontrol bireyinin ise yüzde 51,1’nin hayatlarının bir döneminde solaryuma girdiği saptandı.

Dr. Lazovich, melanoma riskinin bronzlaşma süresine ve kullanılan cihaza bağlı olarak değiştiğini belirtiyor. Ultraviole-B yayan cihazları kullananlarda risk 2 kat, UV-A yayan cihazları kullananlarda risk 4 kat artıyor. Dr. Lazovich, UV-B cihazlarının sanıldığı gibi güvenli olmadığının altını çiziyor.

Hayatında 1-9 saat solaryuma girenlerde risk yüzde 46 artarken, 50 saat veya daha fazla bronzlaşanlarda risk 3 kat artıyor. Çalışma doz-risk ilişkisini göstermesi ve bazı cihazların daha tehlikeli olmakla birlikte riskin tüm cihazlarda mevcut olduğunu ortaya koyması açısından önem taşıyor.

 

* Mart-Nisan-Mayıs 2010 tarihli SD Dergi 14. sayıdan alıntılanmıştır.

14 TEMMUZ 2010
Bu yazı 4767 kez okundu

Etiketler



Sayı içeriğine ait yorum bulunamamıştır. Yorum yazabilmek için üye girişi yapınız

  • SON SAYI
  • KARİKATÜR
  • SÖYLEŞİ
  • Şehir hastaneleri hakkında düşünceniz nedir?