Köşe Yazıları

  • Yazı Büyüklüğü A(-) A(+)
  • Paylaş

1973’te Karabük’te doğdu. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1997’de mezun oldu. 2001’de Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde uzmanlık eğitimini tamamlayarak iç hastalıkları uzmanı oldu. Endokrinoloji yan dal ihtisasını yaptığı Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde uzun yıllar görev yaptı. Dr. Öztürk, halen İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesidir.

Tüm Yazıları İçin Tıklayınız

İlaç raporu ne işe yarar?

Sağlık Bakanımız Prof. Dr. Recep Akdağ’ın bakanlığının ilk yıllarında gerçekleştirdiği en ses getiren icraatların biri, ilaç raporlarının tek uzman doktor imzalı olarak çıkarılabilmesi olmuştu. Bürokratik işlemlerin azalması, hastaları oldukça memnun etmişti.-

Kronik hastalıklar için düzenlenen sağlık raporlarıyla, hastalar üç aylık tedavisi için gerekli ilaçları temin ederken katılım payı vermekten kurtuluyorlar. Uzman doktorun düzenlediği raporla, özellikli ilaçlarını sağlık ocaklarında pratisyen doktorlara reçete ettirebiliyorlar. Bunlar hastalar için büyük kolaylıklar sağlıyor. Ancak madalyonun diğer yüzünde pek çok sıkıntı var...

İlaç raporlarının heyet kararına bağlı olduğu dönemde hastalığın tanısı belirtildikten sonra, ilgili tüm ilaçları kullanması mümkün oluyordu. Tek uzman imzalı ilaç raporlarında ise, her bir etken maddenin tek tek dozlarıyla birlikte belirtilmesi gerekiyor. Diabet, hipertansiyon, atrosklerotik kalp hastalığı gibi sık görülen ve çok fazla farmakolojik tedavi seçeneği bulunan hastalıklarda, hastanın ihtiyacına göre tedavide değişiklik yapılması istendiğinde tekrar rapor çıkarılması gerekiyor. Yeni bir ilaç ekleme gerekmese bile, raporda belirtilen dozdan daha yüksek doza çıkılacağında doktor tüm raporu yeniden yazıyor. Artık günümüzde her hastanın elinde, aynı hastalık için yazılmış birçok rapor mevcut. Hastalar çoğu zaman hangi raporun güncel olduğunu bile bilemiyor.

Merkezi otomasyon programında rapor yazılmasının apayrı zorlukları bulunuyor. ICD-10 kodları güncel tıp bilgileri ile uyuşmadığından, pek çok durumda hastanın tam tanısı yerine en yakın tanı kodu giriliyor. Sistem sık sık kitlendiğinden bazı günler hastalar ya uzun saatler beklemek zorunda kalıyor ya da hiç alamıyor. Otomasyon sistemleri, doktorların işini bir yandan kolaylaştırırken, diğer yandan pek çok sekretarya işini doktorun üzerine yıkıyor. Hastanın sisteme kaydı yapıldıktan sonra paket kodunun seçilmesi, hastanın şikâyet ve muayene bulgularının girilmesi, uygun tanı kodlarının seçilmesi çoğunlukla doktor tarafından yapılıyor. Bir de rapor yazılması gerektiğinde, tanıların ve her etken maddenin dozlarıyla birlikte tek tek yazılması, doktorlar için önemli vakit kaybına yol açıyor. Doktorun hastanın öykü ve muayenesine ayırması gereken zamanın önemli bir kısmı sekreterlik işleriyle geçiyor. İlaç raporlarının heyet kararıyla çıktığı dönemlerde, hekimin hastanın tanılarını belirtmesi yeterli oluyor, raporu sekreterler düzenleyebiliyordu.

Bu zorlukları aşmak için hekimlerin başvurduğu bazı çareler var. Pek çok hekim, ilaç raporlarında, hastalıkla ilgili tüm ilaçların etken maddelerini içeren bir listeyi, ‘kopyala-yapıştır’ yöntemi ile raporlara geçiriyorlar. Ancak ilaç raporunun mantığı, uzman doktorun düzenlediği tedavinin pratisyen hekimlerce de devamının sağlanmasıdır. Oysa bu şekilde, pratisyenin hangi tedavinin önerildiğini rapordan öğrenmesi mümkün olmamaktadır. Hele hasta elinde aynı hastalık için yazılmış 3-5 raporla gelince tedavilerin sağlıklı yürütülmesi mümkün olmamaktadır.

Asıl tartışılması gereken, ilaç raporlarının niçin gerektiği olmalıdır. Hekimlerin onca zamanını alan, başını ağrıtan, hastaların pul koleksiyonu gibi biriktirdiği tek uzman imzalı ilaç raporları ne işe yarıyor? Cevap: Kronik hastalığı olan hastalar, üç aylık ilaçlarını katılım payı olmadan alabiliyor. Peki, bir hastalık tanısı konduktan sonra bunun kronik olup olmadığı zaten belli değil midir? Tek kutu ilaçla tedavi edilen, şifaya kavuşan bir hipertansiyon ya da diyabet hastası var mı

Dislipidemiler kronik değil mi? Bir aylık tedaviyle normal kilosuna dönen morbid obez bir hasta var mı? Koroner arter hastalığı tanısı konulduktan sonra, bunun tedavisinin tonsillit gibi bir reçeteyle olmayacağını belirtmeye gerek var mı? Kronik olduğu bilinen, yaşam boyu tedavi alması gerektiği aşikar olan hastalara üç aylık ilaçlarını alabilsinler diye doktorların çektiği çile nedir?

Sağlık Bakanlığı’nın bu gereksiz uygulamayı ortadan kaldırarak doktorları rahatlatması çok kolay; tek yapması gereken belirli kronik hastalıklarda kullanılan ilaçların tek reçetede üç aylık dozda yazılmasına izin verilmesidir. Bu hem hastaları hem doktorları büyük bir yükten kurtarır. Doktorlar rapor yazmaya harcadıkları zamanı hastalarını daha iyi değerlendirmek için kullanabilir. Bu uygulama hiperlipidemi tedavisinde kısmen yapıldı. Hasta elinde laboratuar sonuçları olması şartıyla üç aylık tedavisini alabiliyor. Ancak üç ay sonra kolesterol düzeyi normale geldiğinde ilacı alamadığı için, yine rapor düzenlenmesi gerekiyor.

Bakanlığın rapor uygulamasında ısrar etmesinin tek anlamı olabilir: İlaca ulaşımı zorlaştırmak. İlaç israfını önlemek elbette çok önemli, ancak bunun yolu bürokrasiyi artırmak olmalıdır. İlaç raporları tek imzalı hale getirildiğinde amaç, vatandaşın ilaca ulaşımını kolaylaştırmaktı. Ama sistemin geldiği nokta, hekimlerin sırtında yük olmaktan öte bir işe yaramamaktadır. İlaç grupları belirlenerek, yazılan bir ilacın bitiş süresi geçmeden aynı gruptan başka bir ilacın geri ödemesi önlenebilir. İlaç israfının en fazla olduğu nokta aslında burasıdır ve mevcut rapor sistemi buna engel olmamaktadır. Örneğin gliklazid reçete edilmiş diabetik bir hastaya, ilacı bitmeden aynı gruptan glimeprid verilmesi engellenirken, yeni bir metformin reçetesinin ödemesi yapılabilir. Bu uygulama, çok karşılaşılan kullanım hatalarını da azaltacaktır.

Hasta reçeteleri ile ilgili bir önemli sıkıntı da geri ödeme sisteminin insani esnekliğinin olmamasıdır. Çoğunlukla yaşlı olan kronik hastalar ilaçlarını kaybedebiliyorlar…

Hasan Amca, 77 yaşında, anstabil anjinalı, vazodilatör ve antihipertansif ilaç kullanıyor. Hasan amcanın gözü de iyi görmüyor, üstelik elleri de titriyor. Üç ay içinde, aldığı ilaçlardan beş – on tanesini düşürüyor, bazısını yerden buluyor, bazısı lavaboya gidiyor. Hasan amca, ilacı bittiğinde hastaneye gidiyor, muayene sırası bekliyor. Reçetesini yazdırıp eczaneye gittiğinde otomasyon sisteminde ilacın bitmediği, yeni reçetenin ödenmeyeceği söyleniyor. Eczanede karşılaştığı Hayriye teyzede ilacını süresi dolmadığı için alamadığından yakınıyor. Hasan amca eli boş evine dönüyor, birkaç gün sonra tekrar eczaneye gidiyor, bu sefer reçetenin süresi dolduğu söyleniyor ve Hasan amca tekrar hastaneye gidiyor. Hasan amca birkaç gün uğraştıktan sonra ilacını alıyor. Ama komşusu Hayriye Hanım, antihipertansif ilacını almadığı için sevebrovasküler kanama geçirerek ölüyor.

Ülkemiz hekimleri Hasan amcalarla, Hayriye teyzelerle her gün karşılaşıyor. Oysa, özellikle yaşlı hasta grubuna daha şefkatli ve toleranslı bir yaklaşım pekala gösterilebilir. Reçetenin yüzde 5-10’luk kısmının kaybedilebileceği göz önüne alınarak, süresi dolmadan ilaçları verilebilir. Böyle bir uygulamanın sağlayacağı maddi - manevi yararlar, ekonomik yükünün çok ötesindedir.

Bu yazı 34610 kez okundu

Yorum yazabilmek için üye girişi yapınız

  • SON SAYI
  • KARİKATÜR
  • SÖYLEŞİ
  • Şehir hastaneleri hakkında düşünceniz nedir?