Dergi

  • Yazı Büyüklüğü A(-) A(+)
  • Paylaş
SD

SD15 Haberler

Kalp yorulunca beyin de yaşlanıyor

Circulation dergisinde yayımlanan bir makalede, kardiak fonksiyonlardaki azalmanın total beyin volümünde azalmayla ilişkili olduğu bildirildi.

Framinghan Offspring Cohort verileri kullanılarak yapılan çalışmada daha önce inme, geçici iskemik atak ya da demans öyküsü olmayan 1504 bireyin beyin ve kardiyak manyetik rezonans görüntüleri, nöropsikolojik ve laboratuvar bulguları incelenmiş. Çalışmada diğer risk faktörleri ayarlandığında, kardiak indeksin total beyin volümü, bilgi işleme hızı ile pozitif, lateral ventrikül hacmi ile negatif korele olduğu saptanmış. Kardiovasküler hastalık saptananlar elendikten sonra da kardiak indeks ile total beyin volümü arasındaki ilişki devam etmiş.

Araştırmacılar, kardiak indeks ile beyin hacmi arasındaki ilişkiyi açıklayacak net bir bilgi bulunmamakla birlikte, sistemik kan akımındaki azalmanın subklinik beyin hasarına yol açabileceğini öne sürüyorlar.


Resveratrol yaşlanmayı yavaşlatabilir

Kırmızı üzümlerin kabuğunda bulunan resveratrol adli bir bileşik, diğer pek çok olumlu etkisinin yanı sıra yaşlanmayı yavaşlatıcı etki de gösterebilir. Bu popüler bitkisel ekstresinin, solucanlar, meyve sinekleri ve mayalarla yapılan laboratuvar çalışmalarında yaşam süresinin uzattığı gösterilmiştir. Resveratrolün uzun ömürle ilişkili genleri etkilediği bilinmektedir.

Buffalo Üniversitesi araştırmacıları, 20 kişilik bir gönüllü grubu ikiye ayırarak 6 hafta süreyle günde 40 mg resveratrol ya da plasebo vermişler. Birinci, üçüncü ve altıncı haftalarda kan örnekleri alınmış. Çalışma sonucunda resveratrolün serbest radikal düzeyleri ile birlikte, TNF gibi inflamatuvar markerlarda da düşüş yaptığı görülmüş.

Araştırmacılar, resveratrolün antiinflamatuvar etkilerinin diyabet ve aterosklerotik kalp hastalığı gelişimini yavaşlatabileceği ve yaşlanmayı yavaşlatabileceğini öne sürüyorlar.


Alzheimer hastalığında BOS belirteçleri erken tanı sağlayabilir

Alzheimer hastalığı gelişiminin tahmin edilmesi için beyin omurilik sıvısında üç biomarker belirlendi. Hafif kognitif bozukluğu olan hastaların beyin omirilik sıvısında beta-amiloid 1-42 düzeyinin düşüklüğü, total tau proteinin ve fosforile tau181p yüksekliğinin Alzheimer hastalığı gelişimi için en önemli göstergeler olduğu bildirildi. Araştırmacılar, bu üç belirtecin bir arada kullanılmasının tanısal duyarlılığı yüzde 90, spesitesi yüzde 64 olarak saptadılar.

Belçika’nın Ghent Üniversitesi yapılan çalışmada, kognitif olarak normal olan bireylerin üçte birinde de bu belirteçlerde yükseklik olduğu görüldü. Araştırmacılar, Alzheimer’in bu insanlarda da gizliden başlamış olabileceğini ve belirteçlerin hastalığın erken tanısında çok önemli rol oynayabileceğini belirtiyorlar. Araştırma sonuçları Archives of Neurology dergisinin ağustos sayısında yayımlandı.


Kalsiyum desteği kalp krizi riskini artırabilir

Vitamin D ile birlikte verilmeyen kalsiyum desteğinin miyokard infarktüsü riskini artırdığı bildirildi. BMJ’de yayımlanan meta-analizde toplam 11 bin 921 bireyin izlendiği 15 randomize çalışma değerlendirilmiş.

Günümüze kadar yapılan çalışmalarda, yüksek kalsiyumlu diyetin damar hastalıklarından koruduğuna ilişkin verilerin yanında tam tersi şekilde kalsiyum desteğinin böbrek yetmezliği problemi olan hastalarda damar kalsifikasyonunu artırdığını ve kadınlarda kardiovasküler olayları artırdığına ilişkin birbiriyle çelişen sonuçlar görülmektedir. Kalsiyum replasmanı osteoporoz tedavisinde rutin olarak kullanılmasına rağmen kırık riskini azaltmadaki etkisi oldukça sınırlıdır.

Aucland Üniversitesi’nden Mark J Bolland ve arkadaşları, 40 yaş üzeri en az 100 hastaya en az bir yıl süreyle ve günde en az 500 mg kalsiyum desteği verilmiş, plasebo kontrollü çalışmaları seçmişler. Hasta verilerine ulaşılan 5 çalışmada kalsiyum desteği verilenlerde, MI riskinde yüzde 30, inme ve mortalitede ise anlamlı olmayan bir azalma saptanmış. Çalışma verileri incelenen 11 çalışmada ise MI riskinde yüzde 27 artış saptanmış.

Araştırmacılar, yaşlı bireylerde kalsiyum desteğinin zararının faydasından daha fazla olduğunun altını çiziyor. Hekimlerin kalsiyum desteği reçete etmektense, diyetle alınan kalsiyumu artırma yoluna gitmesi gerektiği belirtiliyor. Yağsız süt, yoğurt, balık gibi yüksek kalsiyumlu gıdalarla alınan kalsiyumun kardiovasküler riski artırmadığı düşünülüyor.


Amfetamin kullanımı aort diseksiyonuna neden olabilir

Akut aort diseksiyonu ile başvuran gençlerde amfetamin kullanımının araştırılması gerektiği bildirildi. American Heart Journal’da yayımlanan retrospektif bir çalışmada, amfetamin kullanımı ile aort diseksiyonu arasında, diğer risk faktörlerinden bağımsız güçlü bir korelasyon olduğu bildirildi.

Çalışmada, 1995-2007 arasında 18-49 yaş arası 30 milyon hastane taburcu raporunun incelenmesi sonucu 3 bin 116 torasik ve torakoabdominal aort diseksiyonu tanısı saptanmış. Amfetamin kullanımının aort diseksiyonu riski, motorlu taşıt kazalarında aort diseksiyonu görülme riskine yakın bulunmuş.

Amfetamin kullananlar, bu alışkanlığın zararları konusunda az çok bilgi sahibi olmakla birlikte, aort diseksiyonu bu riskler arasında pek bilinen biri değildir. Aort diseksiyonu genellikle yaşlılarda görülür, bu nedenle göğsü ağrıyan bir gençte ön tanılar arasında oldukça alt sıralarda değerlendirilir. Yazarlar, amfetamin kullandığı bilinen ya da amfetamin kullanma ihtimali olan gençlerde göğüs ağrısı durumunda aort diseksiyonu tanısının öne alınması gerektiğini tavsiye ediyorlar. Amfetamin grubu ilaçların kan basıncını artırdığı bilinmekle birlikte aort diseksiyonuna nasıl yol açtıkları açık değil.


Perikardial yağ atrial fibrilasyon için risk faktörü

American College of Cardiology dergisinde yayımlanan bir makalede, perikardial yağ kalınlığı atrial fibrilasyon için bağımsız bir risk faktörü olarak bildirildi.

Daha önce yapılan çalışmalarda abdominal obesitenin atrial fibrilasyon ile ilişkili olduğu, bu ilişkinin muhtemelen artan inflamasyona bağlı olduğu saptanmıştı. Chicago Loyola Üniversitesi araştırmacıları, 273 hastanın tomografi görüntülerinde perikardial yağ volümünü ölçmüşler. Bu hastaların 76’sı normal sinüs ritminde, 126’sında paroksismal AF, 71’inde persistan AF mevcutmuş.

Çalışmada AF hastalarda perikardial yağ miktarı daha fazla bulunmuş (ortalama 101,6 ml’ye karşı, 76,1 mL; p<0,001). Sürekli AF’si olanlarda perikardial yağ miktarı paroksismal AF’li hastalara göre daha fazla bulunmuş. AF’nin şiddeti ile perikardial yağ kalınlığı arasında korelasyon bulunmuş. Perikardial yağ e AF ilişkisinin yaş, hipertansiyon, cinsiyet, sol atrial genişleme, kapak hastalığı, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu, DM ya da vücut kitle indeksinden bağımsız olduğu saptanmış.

Halen AF riskini tahmin etmede kullanılan en önemli gösterge sol atrium büyüklüğüdür. Araştırmacılar, perikardial yağ miktarının AF için sol atrium boyutlarından da bağımsız bir risk olduğunu belirtiyorlar.


Alkol, hormona duyarlı meme kanseri riskini artırıyor

National Cancer Institute dergisinde yayımlanan ve Women’s Health Initiative (WHI) gözlemsel çalışmasının bir sonucu olan makalede, alkol kullanımının özellikle hormona duyarlı meme kanserleri için risk faktörü olduğu bildirildi.

Alkol kullanımının meme kanseri riskini artırdığı iyi bilinmektedir. Mekanizmanın hormonal olduğu düşünüldüğü için, araştırmacılar hormona duyarlı meme kanseri tiplerinin daha fazla artmış olacbileceğini düşünerek bu çalışmayı yapmışlar.

1993-1998 yılları arasında WHI’e katılarak izlenmeye başlanan 87 bin 724 gönüllü içinde 2 bin 944 kadına 2005 Eylül ayına kadar invazif meme kanseri tanısı konmuş. Regresyon modelleri ile yapılan istatistiklerde, alkol kullanımının tüm meme kanseri türlerinde artış yaptığı gibi, özellikle invazif lobuler karsinom ve hormon - reseptörü pozitif tümörlerde artışa neden olduğu saptanmış. Haftada en az 7 alkollü içecek tüketen kadınlarda hormon reseptörü pozitif invazif louler karsinom riski, hiç içmeyenlere göre yüzde 82 daha yüksek saptanmış. Diğer yandan reseptör pozitif invazif duktal karsinom riskinde anlamlı bir artış görülmemiş.


Cranberry suyu idrar yolu enfeksiyonunda etkili

Cranberry, ülkemizde bilinmeyen, kızılcık ya da yaban mersinine benzeyen bir meyvedir. Ülkemizde yetişmediği için Türkçe bir adı da olmayan meyve, Batı ülkelerinde yararlı etkilerinden dolayı bolca tüketiliyor.

Amerikan Kimya Birliği’nin Boston’da yapılan toplantısında sunulan bir çalışmada, cranberry suyunun idrar yolu enfeksiyonlarında oldukça etkili olduğu bildirildi. Cranberry suyundaki aktif maddeler gastrointestinal sistemde parçalanmıyor.

Son yapılan çalışmaya göre de idrar yollarına ulaşıp mukozaya bakteriyel yapışmayı azaltıyor. Araştırmacılar idrarında E.coli üretilen hastalara, piyasada mevcut şekerli cranberry sularından içirdikten sonra tekrar idrar kültürü yapmışlar. Cranberry suyu içirildikten sonra bakterilerin birbirlerine tutunma yetenekleri bozulmuş.

Araştırmacılar, bakterinin yapışma yeteneğinin bozulmasının, mukoza üzerinde bakteriden oluşan ‘biofilm’ oluşumunu engellediğini belirtiyorlar. Bazı klinik çalışmalarda idrar yolu enfeksiyonlarının önlenmesinde cranberry suyunun etkili olduğu gösterilmiştir.

Araştırmacılar özellikle kadınlarda sık rastlanan bu sağlık sorunun basit bir içecekle giderilmesinin, tedavi için her yıl harcanan milyarlarca dolardan tasarruf sağlayabileceğini belirtiyorlar.

26 KASIM 2010
Bu yazı 3229 kez okundu

Etiketler



Sayı içeriğine ait yorum bulunamamıştır. Yorum yazabilmek için üye girişi yapınız

  • SON SAYI
  • KARİKATÜR
  • SÖYLEŞİ
  • Şehir hastaneleri hakkında düşünceniz nedir?